31 Temmuz 2013 Çarşamba

Ramazan Ayına Muhabbet ve Sevgi / Gülşah Nezaket Maraşlı

' Ramazan deyince ' de bugün Yönetmen / Yazar Sayın ; Gülşah Nezaket Maraşlı'nın kaleminden Ramazan ; ' Ramazan Ayına Muhabbet ve Sevgi '

Gülşah Nezaket Maraşlı

RAMAZAN AYINA MUHABBET VE SEVGİ



Her sene Ramazan ayını büyük bir heyecanla bekliyoruz. Ramazan’ı heyecanla beklemek dahi Müslüman olana sevap kazandırıyor. Ramazan, tüm güzelliğiyle, tüm sıcaklığıyla ve muhabbetiyle geliyor. Orucu açlık olarak değil, ibadet olarak görmek, Ramazan’ın en güzel hediyesi, bereketi bizlere.

Ancak ne yazık ki bu sene Ramazan ayına büyük üzüntülerle girdik, büyük üzüntülerle de bu mübarek ayı uğurlayacağız sanırım.. İslam ülkeleri ve ümmet üzerine oynanan oyunların artık bu kadar azgınlığa dönmesi, katliama dönüşmesi, bu coğrafyanın gelecekte telafi edemeyeceği sarılamayacak yaralar açıyor şu an. Biz bu oyunların oynandığını biliyor, bu gelişimleri bekliyorduk. Çünkü amacın ne olduğu açıkça belli. Ortadoğu’yu Müslümanlardan temizlemek için yüzlerce yıl öncesinden planlanan kurgunun devamı yaşananlar.. Hiç olmazsa Ramazan ayında ümmetin birliğini görmek isterdik. Kimsenin olanlara ses çıkarmaması, Ramazan’ın ruhunu da zedeliyor.
Dünya bu sene Ramazan’ı böyle yaşıyor.. Ülkemize baktığımızda Ramazan ayının her sene giderek daha bir muhabbetle yaşandığını görüyoruz. Özellikle Ramazan’da yapılan fuarlar, sergiler, halkın gece sahurunu açık havada rahatça yapabileceği alanların olması, Ramazan ayını en güzel şekilde değerlendirmemizi sağlıyor. Bazı yerlerde saray usulü teravih kılınması, bazı camilerde hatimlerle teravih kılınması da yine Ramazan ayını en güzel şekilde idrak etmemizi sağlıyor.

Bu mübarek ay hürmetine İslam coğrafyasının artık kendine gelmesini ve inancı dışında hiçbir güce boyun eğmemesini, Allah ve Resulullah (SAV) muhabbetiyle başının hep dik durmasını temenni ediyoruz.   


Yönetmen -Yazar / Gülşah Nezaket Maraşlı

Hazırlayan / Ayşe D
ursun
tunaydinayse@outlook.com



          ZİNCİRLER ARDINDAKİ TARİH: AYASOFYA



             


Payitahtın  en  gözde camilerinden Sultanahmet  Camiinin hemen karşısında, tüm görkemiyle Ayasofya müzesi yer alıyor.  Aslında müze demek tarihini bilenler için oldukça yürek burkucu. Fethin sembolü, Fatih’in  Camiiye çevirip namaz kıldığı yüzlerce yıllık kilise aslından çıkarılmış ve müze haline getirilmiştir.  Oysa ki Ayasofya için Fatih’in şöyle bir fermanı olduğu rivayetler arasında;



“İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.

Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.

Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.”

İşte bu bedduanın üzerinden geçen yüzyıllar neticesinde şu an Ayasofya’nın gerçek ruhundan uzak olduğunu ve Fatih’in emanetine ihanet edildiğini görüyoruz.

Bununla birlikte Ayasofya’nın kadim tarihinin önemini anlatmaya kelimeler yetmez.

Dünyanın 8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1 numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir. Bazilika, Sofia isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir. Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise 415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı.

İsyanı zorlukla bastıran İmparator Justinyen “Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak için harekete geçti. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında yapılmaya başlanan, Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda tamamlanarak, 537’de merasimlerle açıldı. İmparator hiçbir masraftan kaçınmayarak devlet hazinesini mimarların önüne saçtı. (Tralles’li Anthemius ile matematikçi, Miletoslu İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi. Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti. Ancak Justinyen Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir merkezi kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez deneniyordu. Rahiplerin koruyucu duaları okumaları devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde mevcut olan erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer parçaları, sütunlar yapıda kullanıldı. Sonraları da bu devşirme malzeme ve bilhassa sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin hikayesi uyduruldu. Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş ürünü olarak ortaya çıkmıştı. Sonraki devirlerde ise bir efsane ve sembol olarak kabul edilmiştir. Bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri yanında finans zorlukları ve teknik yetersizliklerden ötürü efsanevi görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal kuvvetlerin yardımı ile yapılabileceği zannedile gelmişti.
Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı. Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı.
En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular. Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'larda 2 defa daha çökmüştür.

Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri, harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep olmuştur. Türk mimarı Koca Sinan’ın 16.yy.da eklediği payanda duvarları, 19. yy. ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer restorasyonlar ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000'li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri yapılabilecektir. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar. Bizans ve Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok ziyaret edilen ilk üç müzesinden biridir.

Fakat Ayasofya’nın boynu büküktür. Yetim ve mazlum bir çocuk gibi hür bırakılacağı günü beklemektedir. Yabancı ayakları altında müze adı altında çiğnenen gururunu hakkıyla tekrar teslim edecek yeni Fatihini beklemektedir.

Ayşe Dursun
tunaydinayse@outlook.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder