![]() |
Gülşah Nezaket Maraşlı |
RAMAZAN AYINA MUHABBET VE SEVGİ
Her sene Ramazan ayını büyük bir heyecanla bekliyoruz. Ramazan’ı heyecanla beklemek dahi Müslüman olana sevap kazandırıyor. Ramazan, tüm güzelliğiyle, tüm sıcaklığıyla ve muhabbetiyle geliyor. Orucu açlık olarak değil, ibadet olarak görmek, Ramazan’ın en güzel hediyesi, bereketi bizlere.
Ancak ne yazık ki bu sene Ramazan ayına büyük üzüntülerle girdik, büyük üzüntülerle de bu mübarek ayı uğurlayacağız sanırım.. İslam ülkeleri ve ümmet üzerine oynanan oyunların artık bu kadar azgınlığa dönmesi, katliama dönüşmesi, bu coğrafyanın gelecekte telafi edemeyeceği sarılamayacak yaralar açıyor şu an. Biz bu oyunların oynandığını biliyor, bu gelişimleri bekliyorduk. Çünkü amacın ne olduğu açıkça belli. Ortadoğu’yu Müslümanlardan temizlemek için yüzlerce yıl öncesinden planlanan kurgunun devamı yaşananlar.. Hiç olmazsa Ramazan ayında ümmetin birliğini görmek isterdik. Kimsenin olanlara ses çıkarmaması, Ramazan’ın ruhunu da zedeliyor.
Dünya bu sene Ramazan’ı böyle yaşıyor.. Ülkemize baktığımızda Ramazan ayının her sene giderek daha bir muhabbetle yaşandığını görüyoruz. Özellikle Ramazan’da yapılan fuarlar, sergiler, halkın gece sahurunu açık havada rahatça yapabileceği alanların olması, Ramazan ayını en güzel şekilde değerlendirmemizi sağlıyor. Bazı yerlerde saray usulü teravih kılınması, bazı camilerde hatimlerle teravih kılınması da yine Ramazan ayını en güzel şekilde idrak etmemizi sağlıyor.
Bu mübarek ay hürmetine İslam coğrafyasının artık kendine gelmesini ve inancı dışında hiçbir güce boyun eğmemesini, Allah ve Resulullah (SAV) muhabbetiyle başının hep dik durmasını temenni ediyoruz.
Yönetmen -Yazar / Gülşah Nezaket Maraşlı
Hazırlayan / Ayşe Dursun
Hazırlayan / Ayşe Dursun
tunaydinayse@outlook.com
ZİNCİRLER ARDINDAKİ TARİH:
AYASOFYA
Payitahtın en gözde camilerinden Sultanahmet Camiinin hemen karşısında, tüm görkemiyle
Ayasofya müzesi yer alıyor. Aslında müze
demek tarihini bilenler için oldukça yürek burkucu. Fethin sembolü,
Fatih’in Camiiye çevirip namaz kıldığı
yüzlerce yıllık kilise aslından çıkarılmış ve müze haline getirilmiştir. Oysa ki Ayasofya için Fatih’in şöyle bir
fermanı olduğu rivayetler arasında;
“İşte bu benim Ayasofya
Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi
değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit
veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf
hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz
eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve
kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte
evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl
defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade
ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.”
İşte bu bedduanın üzerinden geçen yüzyıllar neticesinde şu an Ayasofya’nın gerçek ruhundan uzak olduğunu ve Fatih’in emanetine ihanet edildiğini görüyoruz.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.”
İşte bu bedduanın üzerinden geçen yüzyıllar neticesinde şu an Ayasofya’nın gerçek ruhundan uzak olduğunu ve Fatih’in emanetine ihanet edildiğini görüyoruz.
Bununla birlikte
Ayasofya’nın kadim tarihinin önemini anlatmaya kelimeler yetmez.
Dünyanın
8.harikalarından birisi sayılan Ayasofya, Sanat Tarihi ve mimarlık dünyasının 1
numaralı yapısı hüviyetindedir. Bu yaşta ve bu ebatta zamanımıza gelebilmiş
ender eserlerdendir. Orijinal adı Hagia Sofia olan, Türklerin Ayasofya
dedikleri yapı yanlış bir şekilde, Saint Sofia olarak bilinir. Bazilika, Sofia
isimli bir azizeye değil, Kutsal Hikmet’e ithaf edilmişti. Önceki bir pagan
mabedinin yerinde yapılmış 3 ayrı bazilika aynı isimle anlatılmıştı. İmparator
Büyük Konstantin devrinde kilise yapılmadığı halde, bazı kaynaklar, ilk
Ayasofya Bazilikasının onun tarafından yaptırıldığını iddia ede gelmiştir.
Küçük ölçülerdeki ahşap çatılı ilk yapı 4. yy. ikinci yarısında Büyük
Konstantin’in oğlu Konstantinus zamanında yapılmıştı. 404 yılında, bir isyan
sırasında yanan ilk yapının yerine, daha büyük ölçülerde inşa edilen 2. kilise
415 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda yapılan bir araba yarışı
sonucu çıkan kanlı isyan on binlerce şehirlinin ölümüne ve pek çok binanın
yakılmasına sebep olmuştu. “Nika” isyanı diye bilinen ve İmparator Justinyen
aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya Kilisesi de yakılmıştı.
İsyanı zorlukla bastıran İmparator Justinyen
“Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek” bir ibadethane yapmak
için harekete geçti. Önceki bazilikanın kalıntılarının üzerine 532 yılında
yapılmaya başlanan, Hıristiyanlık âleminin bu en büyük kilisesi beş yılda
tamamlanarak, 537’de merasimlerle açıldı. İmparator hiçbir masraftan
kaçınmayarak devlet hazinesini mimarların önüne saçtı. (Tralles’li Anthemius
ile matematikçi, Miletoslu İsidorus) Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından
geliştirilmiştir, Bazilika planı da eski devirlerden beri tatbik edilmekte idi.
Yuvarlak yapıların üzerleri çok büyük ölçüde kubbe ile örtülebilmişti. Ancak
Justinyen Ayasofya’sındaki gibi dikdörtgen bir mekan ortasında, dev ölçüde bir
merkezi kubbe yapımı, mimarlık tarihinde ilk kez deneniyordu. Rahiplerin
koruyucu duaları okumaları devam ederken, İmparatorluğun hemen her yerinde
mevcut olan erken devir kalıntılarından getirtilen çok sayıda ve değişik mermer
parçaları, sütunlar yapıda kullanıldı. Sonraları da bu devşirme malzeme ve
bilhassa sütunlar için, neye yarayacağı anlaşılmaz, bir sürü orijin hikayesi
uyduruldu. Justinyen devrinde Ayasofya bir zevk ve gösteriş ürünü olarak ortaya
çıkmıştı. Sonraki devirlerde ise bir efsane ve sembol olarak kabul edilmiştir.
Bin yıl süre ile aşılamayan ölçüleri yanında finans zorlukları ve teknik
yetersizliklerden ötürü efsanevi görülmüş, böyle bir yapının ancak kutsal
kuvvetlerin yardımı ile yapılabileceği zannedile gelmişti.
Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı. Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı.
En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular. Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'larda 2 defa daha çökmüştür.
Ayasofya bir 6yy. Bizans devri eseri olmakla beraber, ön misali olmayan, sonraki devirlerde de taklit edilmeyen Roma mimari geleneğine bağlı bir “Deneme” dir. Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe Roma’nın mirasıdır. Dış görünüş zarif değildir, proporsiyonlara dikkat edilmemiş, bir kabuk gibi yapılmıştır. Bunun tersine iç görünüm saray gibi görkemlidir, göz alıcıdır; yapı, dev bir “İmparatorluk” eseridir. Açılış merasiminde heyecanına hakim olamayan İmparator atların çektiği arabası ile içeriye dalmış, Tanrıya şükür ederek, Süleyman Peygambere üstün çıktığını haykırmıştı. Bazilika etrafını çevreleyen yüksek binaları ile büyük bir dini merkez olarak gelişmişti. Bizans İmparatorları ile Doğu Hıristiyan kilisesinin yüzyıllar sürecek çekişmeleri için sahne artık hazırdı. Eşsiz ve üstünlüğüne rağmen yapının hayati önemde hataları vardı.
En önemli mesele kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınç idi. Böylesine bir kubbenin ağırlığının temellere aktarılması için lazım olan mimari unsurlar o devirde henüz tam gelişmemişti. Yanlardan dışa doğru eğilen duvarlar orijinal, basık kubbenin 558 yılında yıkılmasına şahit oldular. Yapılan ikinci kubbe daha yüksek ve daha küçük çaplı tutulmuştu. Bu kubbenin de yarıya yakın kısmı 10 ve 14 yy'larda 2 defa daha çökmüştür.
Ayasofya her devirde hazineler dolusu sarflar
yapılarak ayakta tutulabilmiştir. Türk’lerin şehri 1453 yılında fethetmeleri,
harap durumdaki Ayasofya’nın derhal camiye çevrilerek kurtarılmasına sebep
olmuştur. Türk mimarı Koca Sinan’ın 16.yy.da eklediği payanda duvarları, 19.
yy. ortasında Mimar Fossati kardeşlerin ve 1930’dan itibaren yapılan diğer
restorasyonlar ve kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi önemli tamirlerdi. 2000'li yılların restorasyonları, mevcut madeni portatif iskele ile daha seri
yapılabilecektir. Ayasofya 916 yıl baş kilise ve 477 yıl cami olarak, aynı
tanrıya inanan 2 değişik dinin hizmetinde olduktan sonra Atatürk’ün emri ile
müze yapılmıştır. 1930-1935 yılları arasında ortaya çıkartılıp temizlenen bir
kısım mozaikler Bizans'ın önemli sanat eserleri arasında yer alırlar. Bizans ve
Osmanlı döneminin izlerini taşıyan muhteşem mimarisi ile ülkemizin en çok
ziyaret edilen ilk üç müzesinden biridir.
Fakat Ayasofya’nın boynu büküktür. Yetim ve mazlum
bir çocuk gibi hür bırakılacağı günü beklemektedir. Yabancı ayakları altında
müze adı altında çiğnenen gururunu hakkıyla tekrar teslim edecek yeni Fatihini
beklemektedir.
Ayşe Dursun
Ayşe Dursun
tunaydinayse@outlook.com