27 Haziran 2013 Perşembe

Şimdi Edebiyatta Ay Vaktidir...




Şeref Akbaba

2000 yılında üç , beş liseli genç ve birkaç yazarla yola çıkan Ay Vakti Dergisi, katlamalı halinden şimdilerde severek takip edilen bir edebiyat dergisi haline gelivermiş.Şeref Akbaba’nın deyimiyle bu derginin sahibi yok, dolayısıyla ortada patron da yok..
Sayın Şeref Akbaba ile Üsküdar’daki dergi merkezinde, yine Şeref beyin deyimiyle dergi atölyesinde buluştuk. Röportaj yapacaktık. Ama karşımızdaki edebiyatçı olunca bize de fazla iş düşmedi doğrusu. Laf aramızda hazırladığımız sorular da elimizde kaldı.
Röportaj, tadına doyulmaz bir sohbete dönüşüverdi.
Küçük ama bir o kadarda mütevazi ve edebiyat dolu bir atölye olan Ay Vakti dergisinde bizler için çay demleyen Sayın Şeref Akbaba beyefendi ;
” Burası sizin derginiz ! Ay Vakti Dergisi herkesin dergisi.Buranın özel olarak sahibi yoktur.”
diyerek samimi bir girizgah yapıyor..



                                
                                    ‘Hiç kimsenin nefsini sayma nefsine hamal.
                                    Attan düşerse kamçın in  de onu kendin al.’

Üstâd Necip Fazıl’a ait bu dizeler (Hadis-i Şerif’in şiirleştirilmiş şekli) duvarda asılıydı.

Röportajımızın ilk sorusu derginin çıkış hikâyesi idi;


Şeref Akbaba: 
“Dergimiz, 2000 yılında yayın hayatına başladı. İlk çıktığında birkaç sayfadan oluşan katlamalı bir şekle sahipti. (Bu arada derginin ilk sayısını incelemeyi ihmal etmedik). Etrafımızda üç, beş liseli ve birkaç  yazar arkadaşımız vardı. Birkaç sayfalık bir dergiyken şimdi edebiyat severlerin severek takip ettiği seviyeli bir edebiyat dergisi haline geldik.”


Ay Vakti’nin yayınlanmış bazı sayılarına ait kapak resimleri duvarda asılıydı. Biz onları resimlerken Şeref Bey konuşmasına devam etti;

“Bizim patronumuz yok.Özgür ve özgün bir dergiyiz.Onun için buraya gelen çayını demler, pastasını kendi alır.Buraya gelen buralı sayılır.”


                                              ‘Sende Muhammedî olan ne var ki,
                                               Benden Ebubekir olmamı istiyorsun.’


“O gün benim bir yazım yayınlanmıştı” dedi Şeref Bey. Özellikle dergi hazırlarken
dedim ki;  bizi geri planda bırakın, bizden bir şey almayın. Fakat denemelerimden biri dergide yayımlandı.


" Sende Muhammedî olan ne var ki,
Benden Ebubekir olmamı istiyorsun"

Sözü yayınlandığı andan itibaren çok ses getirmiş. Bizim de tüm cümlelerin arasında manası buhur buhur ibret ve hikmet işli yazı dikkatimizi çekiyor.

Şeref Bey:

" Sonra da eşimiz dostumuz kim varsa telefon açtı bana” diyerek sözlerine devam ediyor.

 “ Bu sözü benim için mi yazdın ?” diye soranlar oldu. Allah Allah, hiç aklımdan bile geçmedi diye cevap verdim. Ay Vakti Dergisi, Türkiye’de genç kuşağın, üniversiteli bir kuşağın içinde yer aldığı, çalışmalarını gönderdiği beş yüze yakın isme yer vermiş bir kültür ocağıdır. Biz burada şahısları değil, fikri eserleri öne çıkarıyoruz. Biz yazıları dergiye dahil ederken ilk önce teşvik amaçlı hareket ederiz.Öncelikle salt olarak ‘bu eser edebi bir eserdir’ diye düşünerek almamışızdır, onu da söyleyeyim. Yani olmuş bitmiş, sen tamamsın anlamında algılanmamalı.
Sonra arkası gelmiş, aynı yazarın bir çalışmasını daha yayınlamışızdır. Niye ? Bir kabiliyet, bir yetenek var bunda, bunun üzerine bir şeyler yapılabilir, devam ettirebilir diye düşünürüz. Sonrasında benimde haberim yok tabii, takip etme şansım yok. Bundan sonrası editöre aittir. Binlerce mail geliyor. Bu tür dergiler atölye dergileridir. Biz de üç kategori var ;


1 - Profesyonel olanlar. Yani bizim yazar arkadaşlarımız, piyasada adını bildiğimiz.
Onlar çalışmalarıyla katkı sağlarlar dergiye.


2 –  Ay Vakti’nde başlamış isimler.

Mesela ; Şiraze gibi , Necmettin Evci, Selami Şimşek gibi. Daha çok isim var. Dergide başladılar ama hemen olmadı bu. Mesela bize şiirlerini gönderdiklerinde üniversite öğrencileriydiler. Biz şiirlerini hemen yayınlamamışızdır, bekletmişizdir. Yani şiirini adam etsin diye. O sabretmiş, sonra bir giriş yapmış, sonra da devam etmiştir. Çünkü kendine ait bir tarzı vardır artık. Bir yeri vardır. İşte biz hala bu minvalde devam ediyoruz. Dergiye aldığımız her ay bu üç beş isim, bir de Temmuz – Ağustos aylarında on, on beş isime daha yer veriyoruz, onlarda bir adım diye. İlk başta bir şiir gönderiyor, bir yazı gönderiyor sonrasında vedalaşıyor. ‘ Üniversitede bir yazı yazmıştım, bir defasında şöyle yapmıştık ‘ diye anlatacağı bir anısı olsun diye. Dergi işini, edebiyatı hafife almak olarak algılıyorum ben bunu. Biz bu tür şeyleri kaale almıyoruz. Yolumuza devam ediyoruz.

 Hevesli gençlerin kahrını çekmekte çok kolay değil. Günümüzde özellikle onların anladığı dilden bir iletişim kurmaya çalışıyoruz. Her zaman buna ihtiyacımız var. Daha önce belirttiğim gibi; Bizim patronumuz yok. Mekan olarak bir yeri kullanıyoruz. On altı sayfa ile başladık. Çok mütevazıydık. O ay dergiyi postaya verdiğimizde  Elhamdülillah derdik..Öbür aya Allah Kerim. Anadolu’nun üniversitelerinde, şehirlerinde bizimle iletişimde olan, abone olan, yazı gönderen, iletişime geçip her türlü katkıyı sağlayanlar var. Önce bir kişiydik, şimdi binleri aştık. Birçok insanın emeği var dergimizin üzerinde. Sorumluluk bizde ama bu kolektif bir çalışmadır.Yani bu dergi Şeref Akbaba’nın bir eseridir demek doğru değildir.Ortak bir çalışma yapıyoruz. En başta ne demişiz ;

' Yol Sabırdır
                                                          Yürüyüşe devam..'


Demek ki insan bir kalp ve her kalbin lisanı vardır değil mi ? Niyetimiz istikametimizdir diyoruz ve niyetimizi bozmadığımız sürece yolumuza sabırla devam edeceğiz.


 
Huzurun adresi Ay vakti’ne iki öğrenci arkadaşımız daha ziyarete gelip bu söyleşiye sessizce müdahil oluyorlar.

Anadolu’dan gelenlerin en çok girişte, sağ tarafta bulunan kütüphanede asılı duran yazıyı okuduklarını belirten Şeref Akbaba anlatımına devam ediyor;


                                               
Kitap Kütüphaneden Değil ;
                                                Kitapçıdan alınır..


Ay Vakti’nden kitap alınmaz. Ziyaretçilerimiz hemen bu kısmın resmini çekiyorlar. Bizde kütüphanemize asalım diyorlar.


Derginin 12.yılında bütün isimlere yer verilmiş. Editörümüz yok. Anadolu’da ki öğretmen arkadaşlarımıza imla, cümle, dilbilgisi açısından yazılarda eksik varsa onlara okutturuyoruz. Sonra da biz gözden geçiriyoruz.


" Biz de gönüllülük esas."
Yeni isimlere yer vermek kolay değil. Bu konuda eleştiriliyoruz. Bizim de akademik bir çevremiz var. Hangi Profesöre desek ki; Mevlana ile ilgili bir yazı gönder,  hazır. Üç beş yazı ve bir şiir ekleriz. Raflarda yerini alır. Ooo derler, yazıyı görenler alır. Ama bizim gayemiz yeni isimlere yer vermek. Ama bu yeni isimlere yer verirken aynı zamanda amacımız onları elimizden geldiği kadarıyla edebiyat dairesi içinde disiplinize etmektir.


Biz de gönüllülük esas. İşte siz geldiniz, bugün biriniz çayı doldurdunuz, biriniz pastaları ikram ettiniz.O da buranın sıcaklığı.


2007  yılında özel bir sayı çıkardık. Medeniyet özel sayısı. O da yaklaşık 480 sayfadır. Niyetimiz her 5 yılda bir özel sayı çıkarmaktı ama biraz geç kaldık. Çünkü kavramlar üzerinden gidiyorduk. Halen niyetimizden vazgeçmiş değiliz.


Medeniyet özel sayısı edebiyatla ilgili hemen hemen tüm akademisyenlerde vardır.
2013 yılındayız. 2007 de çıkardığımız bu özel sayının yayınlanışının üzerinden beş altı sene geçmesine rağmen, bilgi sahibi akademisyenler veya bu alanda çalışma yapanlar bizden hala  talep ediyorlar. Fakat bizimde elimizde az sayıda bulunmakta. Azaldıkça da kıymete bindi. Şimdi de gönderemiyoruz. Böyle iki üç tane özel sayı daha  kültürümüze armağan edersek büyük bir hizmet yapmış oluruz diye düşünüyoruz. Bu tür dergilerin mekanları küçük ama  nüfuz alanları geniştir. Güçlüdür, her yere her zemine her zamana ulaşırlar.Ve böyle de bir güzel tarafı var. Rabbim bu güzellikten ayırmasın.Dua etmek lazım.


Bizde ki yazarların, şairlerinde kitaplarını ağır ağır basacağız inşallah. Onlardan da Fatma Çolak, Naz Ferniba, Şiraze, Necmettin Evci ve bir de bana ait şiir kitabı var onları yayınladık zaten.
Onların her birisi kültürümüzün bir köşe taşıdır. Önemli eserlerdir. Onlar Medeniyet özel sayısı gibi dergi yapısı içerisinden çıktıkları için bütünlük arz ediyor.Onu hiç bozmamak lazım.


Uyku sultanını çağırmalıyım
Güvercin ve de saf tutan örümcek
Yedi emininde tüm zamanların 
Beni tutun diye bağırmalıyım.
Mekselina buzul, mekselina har 
Yıllar göz açıpta kapamak olsa 
İçimde saklasam feveranları 
Hüzün mahzenimden fışkırsa bahar.


Peki ya Mekselina diyoruz ?!

Ashab-ı Kehf’den birisinin ismi. Şiir Kitabı , Ay Olun İnsanlardan bir şiir.


Kitaplar dergiler bir bütündür.  Siz oturup da gece rüyanızda şöyle yapayım demiyorsunuz. Niyetiniz, birikimleriniz bu tür şeylerin ortaya çıkmasına vesile oluyor.Tabii dergi çıktığı günden bu yana  on üç yıl geçti. Bu süreçte diktiğimiz fidanımız, Ay vaktimiz büyüdü ve artık  altında bizi de gölgelendiriyor. Önce ona büyüsün diye biz su veriyorduk. Şimdi o bizi güneşten, yağmurdan koruyor. Bize meyve veriyor. İlk dört sene yerimiz bile yoktu. Bir öğrenci evi ya da matbaada dergimizi çıkarmak için gece gündüz çalışıyorduk. Bir bakıma şimdi de öyle. Yeri geliyor dergimizi burada poşetliyoruz..Biri geliyor;

“ Hayırdır ne yapıyorsunuz?” diye soruyor.

“Dergiyi  Kültür Bakanlığına göndereceğiz” diyoruz.  Kollarını sıvıyor ve  o da bize yardım ediyor.


Bu işler aşkla, gönülle, muhabbet ile olan şeylerdir zaten..Kitabı seveceksiniz, okumayı seveceksiniz, yazmayı seveceksiniz.Nitelikli bir insan yetiştirmek için bir gayretiniz olacak. Nitelik diyorum, altını çiziyorum.

İyi şairler iyi şeyler yazdılar.
Her şairden üç tane beş tane şiir kalır.
Bu bitmedi ama daha yolun başındayız. Devam edeceğiz inşallah. Yazdıran istediği müddetçe yazacağız.


Derginin adı; Ay vakti. Şiir kitabınızın adı; Ay olun insanlar. Neden hep Ay geçiyor ? diye soruyoruz sayın Akbaba’ya.


" HİCRET ELİF’İ…"

“Kendinden bir oluşum. .Dergi çıkaracağımız zaman çok düşündük. Ne yapalım, nasıl edelim, bir de özgür olmasını istiyoruz. Sanat özgür alanlarda icra edilebiliyor ancak.
Cemil Meriç; “Hür tefekkürün kalesidir.”diyor. Dergilerinde öyle olması lazım. Biz omurgasız mıyız? Tabii ki hayır! Öyle her önümüze geleni yayınlamıyoruz.
Mehmet Akif Ersoy’dan, Necip Fazıl’dan, Mâvera’dan, Nuri Pakdil’den devam edegelen o kuşağın bir versiyonuyuz biz. Çizgimiz belli. Dergi çıkarken isim tespit edelim dedik.
’ Ay Düşü ‘ diye bir şiirim vardı. Sonra bizim söyleşileri kitaplaştırdık Ay Vaktinde konuşulanlar, Ay Olun İnsanlar derken hasılı Ay üzerimizde kaldı…
Ay vakti ismini koyarken bizde ki çağrışımı gece değil, Hicretti.Efendimizdin (sav)
Mekke’den Medine’ye hicretiydi. Zaten bir yazımızda da kullanmıştık; ‘Hicret Elifi’ diyorduk. Hicretin bizde bıraktığı izlenimler, o gece yürüyüşünün yolcuğunun iz düşümüdür bu. Bu ismi daha çok benimsememizdeki sebepte budur. Onun için Ay vaktidir. Onu hicretten, o geceden  bir yansıma olarak görmekte fayda var bence.


Ay Vakti’nden iki arkadaşımızın kitabı çıktı.  Biri Şiraze diğeri de Necmettin Evci’dir. Necmettin Evci genç bir arkadaştır, bir öykü yazarıdır, bir düşünce adamıdır ve güçlü bir kalemdir. Herkes kadar popüler değil ama geleceği besleyecek isimlerden birisidir. Bu sene “Yaşamak Öldürür Beni “ kitabını bastık. Türkiye Yazarlar Birliği’nin Düşünce Ödülünü aldı.
Şiraze ise edebiyatın mektup alanında çığır açan isimdir. Mektup bir edebiyat türüdür. Şiraze arkadaşımız ise güçlü bir kalemdir. Şiraze kullandığı kelimeleri bir daha kullanmaz. On yıldır beraberiz. Dergide bizleri hiç yalnız bırakmadı. Dergi dışında bize sormadan bir şey yapmaz. Disiplinli bir yazardır.

Şunu da belirtmeliyim ki; Dergimize mail gönderen herkese gecikmelide olsa cevap yazıyoruz. Her zaman onlıne değiliz. Çünkü çalışma yapıyoruz. Hepsine kısada olsa mutlaka cevap  veriyorum ve bu işi yalnızca ben yapıyorum. Benim dışında başkasının bu görevi almasını istemiyorum. Çünkü diyelim ki bir arkadaşımız bir çalışma gönderdi. Onun bir kitabı mı var?  Çalışması mı var? Öyküsü mü var? Bunu ben biliyorum. Ama cevaplaması için  maili teslim ettiğim kişi bunları belki tam manasıyla araştırmayacak ve bilemeyeceği için karşı tarafa absürt bir şey yazarsa da  olmaz. O havuzu tanıması lazım.

“Giren bilmez, bilen girmez bu bir babı ilahidir.
Giyen bilmez, bilen giymez bu bir Konya külahıdır..”

Kültür ve sanat mahreçli çalışmalarda aynen öyledir...

Bu sözlerle sohbetimizi çay eşliğinde sonlandırıyoruz..Sayın Şeref Akbaba’ya teşekkür ediyor.Edebiyat dünyamıza nice eserler kazandıran Ay Vakti dergisi ile nice on yıllar diliyoruz..


Yazar : Şeref Akbaba
Röportaj : Ayşe D.
tunaydinayse@outlook.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder