10 Haziran 2013 Pazartesi

Şimdi Milletin Avukatıyız ... !



Avukatlığı gazeteciliğe tercih eden Türkiye’nin en seçkin sunucularından Kemal Gülen'e göre televizyoncu, yerine göre milletin avukatı.

Samanyolu TV'nin ana haber bülteni sunucusu ve radyolar koordinatörü Kemal Gülen ile hoş bir mesleki sohbet yaptık. Gülen, medyadaki başarı hikayesini anlatırken, dil bilgisini ve Türkçeyi güzel kullanmanın önemine vurgu yaptı.

1969 yılında Erzurum’da doğan Kemal Gülen, orta okul ve liseyi İzmir’de okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Fakülte yıllarında televizyonculuk ile tanışan Gülen, mezun olduktan sonra avukatlık ile medya arasında bir seçim yapmak zorunda kaldı. Bu mesleğin kendisi için uygun olduğuna kanaat getiren Gülen, ailesi ve çevresinin de desteği ile medyada karar kıldı. Bugün evli ve üç çocuk babası olan Gülen, ayrıca Uluslar arası Türkçe Olimpiyatları’nın da sunuculuğunu yapıyor. 

‘’Ekranla arkası arasında fark yok’’
Ekranda ve ekran arkasında tanınan Kemal Gülen arasında çok bir farkın olmadığını söyleyen sevilen sunucu ‘’ Nasıl isem öyle görünmeye gayret ediyorum. Ekrandan nasıl görünüyorsam, öyle de yaşamaktayım. Arada fark olmamasına özen gösteriyorum ki, sözümüz sazımız, itimat ve güvene dayanıyor. Dinlenilsin, itimat edilsin’’
Fakülteyi bitirdikten sonra direk olarak Samanyolu Televizyonunda çalışmaya başladığını söyleyen Gülen, ilk özel televizyonların açıldığı dönemleri şöyle anlatıyor; ‘’Kader beni sürükledi televizyona bir arkadaş vasıtasıyla. 1993 yılında burada vazifeye başladım. O günlerden bugünlere, televizyonun yapımla ilgili her kademesinde görev yaptım. Çocuk programları, gençlik programları, sunuculuk, belgesel, hatta sinema dizi tarzı şeylerde yaptık’’

" Hemen her kademede görev yaptı "
Samanyolu TV’de muhabirlik, koordinatörlük, yapımcılık, yönetmenlik ve sunuculuk görevlerini üstlenerek her kademede görev alan Kemal Gülen, meslekte 20.yılını doldurmanın haklı gururunu yaşıyor. Son 15 yıldır haber merkezinde görev yaptığını söyleyen Gülen, o yıllardan itibaren de Samanyolu TV ana haber bültenlerini sunuyor.
Ayrıca haber daire başkanlığı da yapan Gülen, halen radyolar koordinatörlüğü görevini de sürdürüyor. Belgesel koordinatörlüğü de dahil, tüm idari mekanizmada görev aldığını söyleyen Gülen ‘’Aktif televizyonculuğun içinde olmaya gayret ettim. Ya radyoda mikrofonda, ya belgesel metni yazımında, hep yapımın içinde oldum. Hem işin idari kısmında hem de mesleğin içinde olmaya özen gösterdim."

" Seyirci itibar ettikçe emeklilik olmaz’’

Medyadaki yirmi yılını doldurduğunu söyleyen Kemal Gülen, seyirci, dinleyici yada okuyucu itibar ettiği sürece bu meslekte emekliliğin olamayacağı görüşünde.
Kazanılan tecrübenin medyada çok önemli olduğuna vurgu yapan Gülen, bu tecrübenin genç kuşaklara aktarılması için, mutlaka sektörde kalınması düşüncesinde.
Medyanın akil adamlara ihtiyacı olduğunun altını çizen Gülen ‘’Belli bir şeyden sonra sen ihtiyarladın, diyebilirler ama meslekte tecrübe kazanıyorsunuz. Sizden sonra gelen genç kuşaklar o acemiliklerini sizin tecrübelerinizle atması gerekiyor. Farklı kademelerle olan tanışıklığınız nedeniyle köprüler kurmanız gerekiyor. Sektörün büyümesine yardımcı olmanız gerekiyor. Dünyadaki medya sektörüyle iyi bir rekabet oluşturmanız gerekiyor. Dolayısıyla Mehmet Ali Birand gibi, Reha Muhtar gibi, Ali Kırca gibi insanların yatağa düşecekleri ana kadar sektörde kalıp, insaflı bir şekilde kendinden sonra gelen kuşakları dünya ile rekabete açmaları lazım.’’
Medya sektöründe emekli olunmaması gerektiğini belirten Gülen, ‘’Emeklilikten maksat, fiilen çalışma süresi ve sigortadan emeklilik. Yoksa kolay tecrübe edinilmiyor 4-5seneden önce bir gazeteci, bir televizyoncu emaneti üstlenemiyor’’.

" Gazeteci Türkçeye hakim olmalı’’

Bir muhabirin, bir gazetecinin çalıştığı şirketi temsil edecek, Türkiye’yi temsil edecek donanımda olması gerektiğini belirten Gülen, ‘’ Haberin bütün bağlantılarını çok iyi bilecek. Kaynaklarına karşı güven telkin edecek. Oradan haber süzmeye gayret edecek. O haberi düzgün bir şekilde ilk sayfalarına taşıyacak. Yada Ana haber bültenlerine taşıyacak. Dile hakim olacak. Estetik kaygılar taşıyacak. O konuda kendini geliştirecek. mizanpaja karşı duyarlı olacak. Diğer meslektaşlarıyla yarışta daha iyi noktaya gelebilecek, hem haber kovalama, hem de yeni haber alanlarına açılma da bu 4-5 seneden önce olmuyor. Televizyonun birde görsel tarafı var. Yani sahneye çıkacak, bir muhabir yada  haberciyse orda  stand-up yapacak. Dil dediğimiz şey bu herkeste hemen gelişmiyor. Ekran karşısında yada bir mikrofon karşısında konuşabilmek, kalabalığa hitap edebilmek zamanla oturuyor. Yapa yapa bir alışkanlık kazandırıyor. Tam verimli oluyorsun ondan sonra emekli oluyorsun. İşte Olmaz. Bir şekilde sektörün bir ucunda meslektaşlarına destek vereceğin bir alanda hizmete devam etmek lazım diye düşünüyorum’’
Yazan, bilinen ve görünen insanların yani itibar edilen insanların sektöre daha fazla hizmet etmesi gerektiğini söyleyen Gülen ‘’ Sektörde bilinen insanların geri çekilmemeleri gerekiyor. Onlarında kendilerini dünyaya entegre ederek, dünyayı anlayarak, bir sonraki kuşakları dünya ile rekabete hazır hale getirebilmeleri. İşimi yaptım odama çekiliyorum. İdeal bir meslek sahibine yakışmıyor. Bunu herkes yapar, ancak tecrübeyi zayi etmemek lazım. Önemli olan devamlı işler olabilmek. Kader bugün bir yerde vazife verir. Yarın bir yere hazırlar insanı. Ama o gün orada olmazsan,vazife sana geldiği zaman, çok acemi kalırsın. Kaderin bir rolü vardır bize istihdamda. Her şeyi biz irademizle yapamıyoruz. Ona da itimat etmemiz lazım’

" Televizyonculuğu bir aşk gibi gördüm’’
Fakülte yıllarının zorlu ve çetin geçtiğini hatırlatan Gülen, O dönemde televizyonculuk mu? Yoksa hukuk mu? İkilemine girdiğini söylüyor. Televizyonculuğu bir iş gibi değil de bir aşk gibi gördüğünü belirten Gülen şöyle devam ediyor ‘’ Yeni bir sektör heves, biraz heyecan. Ekrana çıkmak gibi bir maksadım yoktu. Bende öyle bir beceri var mıdır yok mudur onu da bilmiyordum. Yazdıkların ekrana çıkıyor. Sektör yeni gelişiyor.  TRT’den kopup başka Televizyonlara gidenler var. Onlar sektörü ayağa kaldırmaya çalışıyorlar. O yıllarda kanunu yoktu. Ne olacağı bilinmiyordu. Televizyonculuğun önü açılır mı ? gibi sorular vardı. Bunlara rağmen heyecanımızı körükleyen unsurlarda vardı.
İlk tercihim Siyasaldı, sonra Hukuk, sonra edebiyat öğretmenliği ve tarih öğretmenliği tercihlerimdi. Edebiyat  Öğretmenliğini çok istiyordum, hala da çok istiyorum
’’
 
" Yerine göre milletin avukatıyız’’
Hukuk Fakültesi bittiğinde televizyonculukta iki yılını doldurduğunu söyleyen Gülen, o dönemde bu işi yapıp, yapamayacağı hakkında, ailesi ve yöneticileriyle görüştüğünü, hemen herkesten olumlu cevaplar aldığını belirtiyor. Televizyonculuğun avukatlığı da içinde barındırdığı söyleyen Gülen ‘’Kişisel bir avukatlık değil de yerine göre, milletin avukatlığını yapıyorsunuz. Arkadaşlarımda destek verdi. Hatta sesinde müsait dediler.
Derken kader beni sürükledi. Benim mesleği sevmem, meslekte başarılı olmam için gayret sarf etmem kadar mesleğinde bana uygun olması gerekiyordu. İletişim fakültesinden çıkmış olmasına rağmen, mesleğin onu sevmediği insanlarla da karşılaştım
’’ Televizyonculuğu sevmek kadar, TV’nin de seni sevmesi gerektiğine değinen Kemal Gülen, ‘’Her ikisinin de örtüşmesi gerekiyor. TV’nin beni sevmesi, benim televizyonculuğu  sevmem ikisi örtüştü. Aynı çizgide buluştu’’

" Mesleğin seni sevmesi lazım’’
Fakülteyi bitirenlerin hemen mesleğe başlıyorum dememesi gerektiğinin altını çizen Gülen ‘’Meslek seni severse, mikrofon seni severse, ekran, okuyucu seni severse, üslubunu beğenirse o mesleği yapmaya devam edebilirsin. Devlete öğretmen tayin etmiyor. Burada özgür bir irade var. İnsanlar seyretmek ya da seyretmemek, almak yada almamak konusunda özgür. Seyirci, okuyucu, dinleyici seni kabullenmesi lazım. Biz seni okuyoruz, biz seni seyrediyoruz demesi lazım ki, kendini o alanda geliştirebilesin, tutunabilirsin.
20.yılımızı idrak ettik. Tırnaklarımızla düşmemek için tutunuyoruz.

" Seyircimizin teveccühüne minnettarım’’
Televizyonculuk hayatında, özellikle de ilk yıllarında potlar kırdığını söyleyen Gülen, buna rağmen seyircinin kendisine mehil verdiğini, kendisinin de bu süreyi çok iyi kullandığını söyledi. ‘’Seyirci bu mehili verirken, ‘Tamam ben sende bir ışık gördüm. Ama kendini geliştir’ diyor. Bunu eğer muhatap algılarsa, kendini geliştirmeye gayret ediyor. Yoksa seyirci verdiği o mehili çeker, o zamanda ortada kalma ihtimali vardır. Fakülte eğer erken bitseydi, şuanda Avukatlık yapıyor olurdum. Çünkü TV’ler daha açılmamıştı’’
Edebiyata karşı yatkın olmanın buna paralel olarak dile de yatkınlığı beraberinde getirdiğini söyleyen Gülen ‘’ Dolayısıyla hem muhabirlik, hem de editörlük tarzı bir şeyler yapıyordum. Haberleri derleyip bana getirirlerdi. Bende habere çıkıyordum. Hukukçu olduğum için metinlerin bir de o yönüne bakmaya çalışırdım.  Hem diline hem de hukuk açısından incelemeye çalışırdım. Habercilik, sonra editörlük, haber müdürlüğü, haber daire başkanlığı yaptım. Şimdi haberde danışmanlık yapıyorum. Ana haber bültenini sunuyorum. Artık aktif haber yazmıyorum. Bazı internet sitelerine köşe yazarlığı yapıyorum’’

" Kelimelerle oynamayı seviyorum’’
Yokluklar içerisinde muhabirliğin çok tadına varamadığını söyleyen Gülen ‘’ Bir kamera, 10-15 program var. Haberciler olarak kamera size birkaç saat düşüyor. Dolayısıyla kamera size geldiği zaman arşiv görüntüleri çekiyorsunuz. Ve o arşiv görüntüler üzerine haberler yazıyorsunuz. Bugünkü gibi bol kameraların olduğu , polis, adliye, siyaset bölümleri o dönemde yok. Daha sonra çocuk-gençlik programlarına geçince haberden biraz uzaklaştım. Ama yazmayı seviyorum. Kelimelerle oynamayı. Bu konuda dille ilgili olarak kendimi geliştirmeye gayret ediyorum’’
Sohbetimizin hemen her bölümünde dilin önemine vurgu yapan Kemal Gülen ‘’İsterim ki bir gün bütün gazeteci arkadaşlarımla, dilin önemi üzerine konuşalım. Güzel Türkçe konuşalım. Türkçenin en güzel tarafını bulup konuşalım. Onlarca kelime ile değil, yüzlerce bini aşkın kelime ile zengin bir dil kullanarak konuşalım, birbirimizi anlayalım. Bunun içerisinde beden dilini, el yüz mimiklerini de katarak daha zengin bir konuşma çeşidi oluşturalım. Çünkü biz bütün medeniyetimizi dille taşıyoruz. Dil öldüğü zaman medeniyetiniz ölüyor. Dininiz, kültürünüz, sanatınız, siyasetiniz ölüyor. Salı toplantılarına bakıyorsunuz, dönüp duran aynı kelimeler, aynı kavramlar,aynı tehditler, aynı kaba üslup.’’

" Türkçe sevgisini aşılamak "
Türk edebiyatından, Divan edebiyatından örnekler veren Gülen ‘’ Öyle yazarlar, öyle şairler okuyorsunuz ki tarihten o da eleştiriyor, hiciv ediyor. Ama bayılıyorsun, sen bu kelimeleri nasıl inci gibi dizdin de böyle hiciv ettin. Dildeki o zenginlik karşısında adamı alkışlıyorsun. Yazarlarımızın, muhabirlerimizin, editörlerimizin Türkçeye karşı  daha duyarları olmalarını konuşmak isterdim. Keşke dil sevgisi gibi bir şırınga olsa da onu dili kötü kullananlara zerk etsem diye düşünüyorum. Türkçe sevgisini aşılasak. Çünkü bizim çocuklarımız, öğretmenlerden daha ziyade  çizgi filmlerden, romanlardan, hikayelerden çizgi romanlardan öğreniyorlar dili. Keşke böyle oturup saatlerce kendimizi bu konuda geliştirebilsek. Çok iyi gazeteci olmuştur, ama eğer dili çok iyi kullanmıyorsa, ben hep ona 9 vermeyi düşünürüm. 10 alamaz. Dili bilmeden 10’u alamaz.
İletişim Fakültelerinde özellikle bence Türk dili diye haftanın 18 saati dil üzerine en seçkin eserlerin okunup, hem dil bilgisi açısından, hem sanatları, hem şiir açısından değerlendirildiği bir ders olmalı. Yazı bir dildir, konuşma bir dildir. İletişimimizin en önemli aktörü, unsurudur. İsterim ki bir sene hazırlık dil bilgisi okunsun. Ama ne İletişim Fakültesinde ne de başka bir yerde böyle bir şey yok’’
 " Fuzuli’nin aşkı nerede, aşk şiirleri nerede, bugün ki dizilerle ortaya çıkan aşk nerede? "
" Türkçeyi doğru bilmek "
Türkçeyi de güzel konuşmadan, Türkçeyi de bilmeden insanları daha yüce ideallere doğru heyecanlandırmanın, hedeflere yönlendirmenin mümkün olamayacağını söyleyen Gülen ‘’Ülkeleri kuranlar hatipler. Hitabet sanatıyla bir ülke düşmandan kurtuluyor. Hitabet sanatıyla bir ordu harekete geçiyor. Alparslan’ın hitabeti Malazgirt’i kazandırıyor. Yavuzun hitabeti Çaldıranı kazandırıyor. Bir şair hitabetiyle bazen 100 akçe alıyor, bazen de Nef’i gibi kelle veriyor. İletişimde karşılıklı alış-veriş vardır. Karşılıklı anlamak lazım. Dolayısıyla karşınızdakinin de size söyleyebilecek kadar zengin bir dimağı ve dili olmalı. Zengin bir birikimi olmalı. Bunlardan uzak olunca, muhataplar sadece dinleyici pasif, bizde ne söylesek sanki onların zihni çöplük, duyguları çöplük, bizim her söylediğimizi alacaklar. Sonra çöplüğe dönüp gidecekler. Belki de onlardaki o masumiyette bizim iş bilmezliğimiz yüzünden ölecek. Aşka karşı, öfkeye karşı, sevgiye karşı, merhamete karşı, anadan, atadan görme bir yaklaşımları var. Biz iletişimciler, onların o atadan görme yaklaşımlarını bile öldürme tehlikesiyle onları yüz yüze bırakıyoruz. Aşk değince artık milletin birbirini aldattığı bir değer haline geliyor.  Fuzuli’nin aşkı nerede, aşk şiirleri nerede, bugün ki dizilerle ortaya çıkan aşk nerede? Aşk gibi bir kavram pespaye bir hale geliyor. Dil katliamı yaşanıyor’’
 
 
" Türkçe Olimpiyatları çok önemli’’
 
Bu yıl 11.si düzenlenecek olan Türkçe Olimpiyatların Türkçe’nin evrensel bir dil olmasında yolunda önemli bir organizasyon olduğuna değinen Kemal Gülen ‘’Türkiye’nin nüfusunun çokluğu nüfuzunu oluşturur. Bazı ülkelerin nüfuzu vardır. İsrail gibi, bazen 75 milyonluk Türkiye’nin yanında Avrupa’da Amerika’da daha itibarlı olur. Türkçe Olimpiyatları dünya çapında Türkçenin ve Türkiye’nin bilinirliğini artıran, Böyle bir ülke varmış, böyle bir dil varmış denmesini sağlayan önemli bir etken. Türkçeyi ve Türkiye’yi bilmeyen ülkeler var. Belki bu ülkelerin siyasetçilerinin Türkiye hakkında bir kanaati vardır. Ama öyle devlet başkanları gördük ki son on yıl da, ilk defa Türkiye’ye geliyor. Dolayısıyla görmek okumak gibi değildir. Okursun, ama görmek seni başka alemlere götürür. Türkçe Olimpiyatları böyle bir yeniliğe kapı araladı. Bir heyecan oluşuyor. Türkiye’den öğretmenler gelmiş, bizi bu dille tanıştırıyorlar. Öğretmenlerde bizim dilimizi öğreniyorlar. Böyle bir alış-veriş var. Her Öğretmen gittiği ülkenin dilini öğreniyor. Oradaki çocuklara Türkçeyi öğretmeye gayret gösteriyor. Türkçeyi nasıl öğretirsin ? İstanbul diyerek, mantı diyerek, Atatürk diyerek öğretirsin. Yani Türkçeyi Türkiye’nin değerlerini onlara takdim ederek öğretirsin. İngilizceyi biz böyle öğrenmedik mi? İngilizce kitaplarında hep o kültürün ön plana çıkarttığı değerleri gördük. Şimdi bir benzeri yaşanıyor. O çocuklar bizim Kayseri’yi görüyorlar, Nevşehir de Peri Bacalarını görüyorlar. Urfa’yı görüyorlar, İstanbul Boğazını, Süleymaniye’yi, Efesi görüyorlar. Türkiye’nin tarihi turistlik zenginliklerini, Yunusu Mevlana’yı görüyorlar. Türkiye’de böyle önemli adamlar mı varmış, dünya çapında, uluslararası insanlar mı varmış diye. Bu bir farkındalık oluşturdu. Oluşturmaya da devam ediyor.
Mesela Bosna’daki Burç Üniversitesinde Boşnak çocuklar Türk Dili Edebiyat bölümünde okuyorlar ve Türkçe öğretmeni olarak mezun oluyorlar. Kazakistan’da, Azerbaycan’da, Irakta Üniversitelerde Türk dili ve edebiyatı var. Sonra bunlar bizim ülkemize ya da başka ülkelerde Türkçe derslerine giriyor. Bu da dil üzerinden farklı milletlerin de  birbirleriyle köprü kurmasına  sebep oluyor. Bir dil 3-4 kültürü sırtında taşıyabiliyor’’

" Dil gayret ve zaman ister ’’
 Anaokulundan, evde konuşulan dile kadar bir süreç olduğunu belirten Gülen ‘’Bir senede dil zenginleşmez. Anlatmak öğrenmenin en güzel yoludur. Ve anlatırken de  özenmek, kelimeleri seçmek lazım. Yazarlarımızın, hatiplerimizin kelimeleri özene bezene seçmesi lazım. Bu da bir zaman işi. Sokağın, TV’nin gazetenin, okulun, askeriyenin, bir insanın yetişme sürecindeki her müessesenin destek olması, ya da köstek olmaması gerekir.
Dili zengin bir nesil yetiştirelim ve hayattan daha lezzet alalım. Daha mutlu, daha heyecanlı bir nesil olacak. Abuk sabuk konuşanlarla, dile hakim insanların konuşmaları arasında bir lezzet farkı var’’

 
" Dünya’da Türkiye sevgisi büyüyor ’’
Kültür adamları, eğitimle ilgilenen toplumun mayasını oluşturacak insanlarda Türkiye’ye karşı bir ilginin olduğunu söyleyen Gülen ‘’Sömürmek için gelmediğinizi anlıyor. Bir paylaşım mantığında insanların geldiğini ve kalıcı olduğunu görüyorlar. Hepimiz topraktan yaratıldık, hepimiz aynı duyguları paylaşıyoruz. Dolayısıyla milletler arasında böyle bir sempatinin olduğunu görmek mümkün. Türkiye sevgisi olmadan kim çocuğunu kilometrelerce uzaktaki bir ülkeye gönderir. Türkiye’yi oradaki temsilcileri aracılığı ile seviyor. Türkiye imajı orada bir insana, oradaki bir öğretmene bakıyor.
Temsilcilerimiz bir misyon üstlenirlerse, ben bu bayrağı temsil ediyorum derlerse, o inançla giderlerse o zaman sempati artıyor. İlk olimpiyatlara 40 ülke gelmişti. Bugün 140 ülke katılıyor. Bu sempati demek ki bir yerden bir yere aşılanıyor’’

" İnsan tanımadığının düşmanı olur ’’

İnsanın tanıdıkça sevdiğini söyleyen Gülen ‘’Keşke her ülkenin kendi dilinde yayın yapacağımız bir platform olsa. 11.sini düzenleniyor. Bu sene 145 ülke olmuş. Türkiye de 65 sahne kuracaklar. O kadar ülkeden gelen insanları görmek heyecanlandırıyor. Aynı dille onlarla sohbet ediyorsunuz. Keyifli ve verimli bir şey. Bunu korumak lazım.
Kültür adamlarının bu fidanı el birliği ile büyütmesi lazım. Bu Türkçe konuşan herkesin itibar göreceği bir etkinlik
’’

Röportaj / Ayşe Dursun
tunaydinayse@outlook.com





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder