10 Haziran 2013 Pazartesi

Yazar Özlem Doğan ile Hasbihâl...

Bu haftaki Röportajımın konuğu sevgili Özlem Doğan'dı. Kendisini
 "Yeditepede Bir Sultan "
" Gülistan-ı Aşk "
" Çelişki " ve son kitabı
(favori kitablarımdan biri olan)
" Leyla ile Hasbihâl " den tanıyoruz. Medya da ve göz önünde olmaktan her zaman bir adım geride kalmayı tercih etmiş olan yazarımız ricamı kırmıyor ve röportaj için Üsküdar'a anlam katan Mihr-i mah Sultan'da buluşuyoruz. Sevgili Özlem Doğan yoğun temposundan zaman ayırıp Avrupa yakasından Anadolu yakasına geliyor.. O gün, başta İstanbul’un yoğun trafiği olmak üzere bizi aksilikler yorsa da, güzel tevafuklarla da karşılaşıyoruz..


Mihr-i mah Sultan Külliyesine Ve Mimar Sinan'ın evine doğru ilerlerken bizi gülümsetecek bir manzaranın az ötede bizi beklediğinden habersiziz;
Ben A. : Burası resim için çok güzel, değil mi?

Özlem D. : Muhteşem..
Tam fotoğraf makinemi hazırlarken sol tarafımızda bir hanımefendi dikkatimizi çekiyor.
Elinde su şişesi kargaya su içiriyor..
Hanımefendi : Kızım beni de çek! Ben emekli Resim Öğretmeni Saliha Öğretmenim. Hem hangi gazete bu ? diye soruyor, Türk insanının meşhur sorularından biri, malum.
Kızım şalının rengi çok güzel sarı sarı kimin yarı.. :) derken teyzemizle vedalaşıyoruz..

Ve nihayetinde Röportajımız için Bismillah diyoruz..

                                           OSMANLI AŞKIN KİTÂBESİ

“ Leyla bir özge candı hani ? Ela gözlü bir çöl ahusuydu ! Ne oldu da sert rüzgârların tarumar ettiği kırgın bir çiçeğe dönüştü hoyrat ellerde ?
Mecnun’un biricik aşkı Leyla ! Ceylan gözlü güzel. Hâlbuki hikâyesi yüzyılların ötesine, ılgıt ılgıt ilkbahar meltemleriyle kalplere taşınmışken, sevda tomurcukları filizlenemeden bu çağın zalim duygularına yenik düştü…”

Kitap severlerin; Sultan Abdülmecid’in Gülistan adlı Osmanlı kızına büyük aşkını anlatan “Gülistan-ı Aşk” adlı romanıyla tanınan Özlem Hanım yazıya başlama serüveni ve romanında merak edilenleri anlatmaya başlıyor;

Klişe bir söz olacak ama çocukluğumdan beri yazıyorum. Duygularımı kâğıda dökmek, hayalimde tasarladığım karakterler ve hadiseleri yaşamışçasına hissederek bir öykü, bir roman oluşturmayı çok seviyorum. Ben daha çok şiir ve öykü üzerinde yoğunlaşıyordum. Yeditepe de bir sultan adlı şiir kitabım 2008 de yayın hayatına merhaba dedi. Şiirin bendeki yeri oldukça farklıdır. Her zaman. Zaten bu farkı romanlarımda da hissedebilirsiniz. Zira mutlaka romanlarımda hikâyenin akışına uygun olarak şiire de yer veriyorum. Gülistan-ı Aşk’a kadar roman yazmayı hiç düşünmemiştim. Beni yazmaya sevk eden en önemli sebeplerden biri; hayatını araştırdıkça, çok etkilendiğim padişah 1. Abdülmecid’in tüm sevap ve günahlarına rağmen iyi niyetinin anlaşılmasını temenni etmemdi.
Son derece naif, duygusal ve belki de kadınlara karşı yumuşak başlı ve aşırı anlayışlı davranmasının getirdiği yanlışları da olduğu muhakkak. Ama Zat-ı Şahane de olsa o da bir insan netice de. Dönemin paşalarının kendisinden daha güçlü olduğunu fark eden ve günden güne hastalığına teslim olan bir padişahı, "Elemlerin Padişahı" nı anlatmak istedim. Sultan Abdülmecid padişahlar arasında yakın zamana kadar hayatı pek bilinmeyen, sarayın gizemli yüzünde kendi hassas kişiliğinde saklı kalmış biri. Hayatını araştırdığınızda hisli iç dünyasının ve bu dünyasını alt üst eden insanların onu ne derece hırpaladığını da göreceksiniz.



2011 de II. Kitabı Çelişki’yle okuyucularıyla buluşan Doğan ; Dünya görüşleri tamamen zıt iki gencin aşk hikâyesi ve çevrelerine karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor.Yiğit ile Liva’nın serüveni’ni bizlerle kısaca paylaşıyor ;

“ Mahzun gözlerin ardındaki sır
Aşk bu hale koydu beni bir asır
Bir yanda nefsim bir yandan iman
Çeker dururlar beni kollarımdan..

Üzülme. Derdi de dermanını da veren Allah’tır. Kendini suçlama. Kalbe ekilen tohumların sahibi de Allah’tır. Felah yoluna gelince ; o yola ancak sabır ve doğrulukla ulaşabilirsin…”

Hikâyemiz 2008 deki anayasa değişikliği ile bazı üniversitelerdeki türban yasağının kalkmasıyla başlıyor. Babası gizli bir örgüt mensubu, annesi irtica ile mücadele derneği başkanı olan tanınmış bir ailenin oğlu Yiğit’le, son derece radikal çizgilere sahip dindar bir ailenin türbanlı kızı Liva’nın aşk hikâyesi bu. İdeolojik bakış açıları nedeniyle önceleri birbirlerinden nefret ediyorlar. Fakat aynı üniversite çatısı altında yaşadıkları hadiseler bu iki genci birbirine öyle sıkı bağlarla bağlıyor ki, yaşamlarındaki farklılıkları bile bu aşkı engelleyemiyor. Ta ki bu sevdaya üçüncü şahıslar müdahil oluncaya kadar. Bildik bir konu fakat farklı bir hikaye.

‘Sen gidenimsin ben kalanınım.
Sen şarkımsın ben yazarınım.
Sen mermere ben suya yazılanım.’

Bu güzel satırlar on üç öyküden oluşan son kitabınız Leyla ile Hasbihâl’ den. Okuduğum zaman en çok dikkatimi çeken şu oldu; İstanbul ve Osmanlı sizin vazgeçilmeziniz. Yanılıyor muyum?

Yanılmıyorsunuz. . Evet, İstanbul ve Osmanlı benim kitaplarımın tezhibi, altın yaldızı. Lakin şu bir gerçek ki aşk güzeldir ama İstanbul’da aşk bir başka güzeldir.
Leyla ise edebiyatın simgesidir. Mecnunun kavuşamadığı aşkıdır. Aşktır Leyla. Ulaşılamayandır. Onunla hasb-i hâl eden yalnızca ben değilim. Biziz. Sizsiniz. Yukarıda alıntıladığınız satır, benim kitabımın içindeki en çok sevdiğim “Veda” adlı yazıma ait. Öyle bir vedadır ki; elveda bile sûkut etmiştir. El olmuştur veda eden ve el/veda demiştir.
Bazen sessizce çekip gidenlerin ardından öylece bakakalmaz mıyız?!
Ben bu on üç farklı öykü de herkesin kendinden bir şeyler bulacağına inanıyorum. Çünkü bizim insanımız oldukça nahif ve kırılgan duygularla donatılmıştır. Leyla ile Hasbihâl hüznün ve aşkın kitabı. Bizi biz yapan hatıralarımızdır. Özlediklerimiz, beklediklerimiz orada hep bizimle birliktedir. Belki yıllardır kendisinden haber alamadığımız o muhteşem varlık, vazgeçemediğimiz o sevgili, daima anılarımızdaki yerini korur. İşte Leyla ile hasbihal özlenen sevgiliye dönüş demektir.


İstanbul, ayrılmanın ölüm kadar acı geldiği, uğruna ne şarkılar ne şiirler adanmış bir sevgilidir. Öyle vefalı bir yardır ki; üzerinde yaşayan sevdalılarını koynunda yatırıp saklamıştır yüzyıllarca. Konstantinopolis olduğu devirlerde de sanatçılar en güzel eserlerini bu şehrin havasını teneffüs ederek, mehtabını seyrederek ortaya çıkarmış. Boğazın meltemi, yüzyıllardır yüreklere güllerin tomurcuklarını savurup durmakta hâlâ. Şehr-i payitaht olduğunda da şehzadeler, İstanbul kadar güzel cariyelerini bu eşsiz şehirde gezdirdiler, yemyeşil ağaçların zümrüt renginin yansıdığı bahçelerde… Üstadın dediği gibi; “Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar”dır İstanbul’un. Herkesin doğduğu, büyüdüğü topraklar yardır kendisine. Acılarımızı, sevgilerimizi, en gizli sırlarımızı bilirler.
Tüm zamanların ve duyguların, boğazın serin sularında pırıldayan yakamozların güzellikleri ve aşk ve insana dair her şey…
Bu satırlar Özlem Hanımın “Yeditepede Bir Sultan” adlı şiir kitabına ait.
Ülkemizde yeterince şiir kitabı yayımlandığı halde yeterince okuyucusu olmadığına değiniyor ;


Son yıllara nazaran oldukça çok şiir kitabı yayınlanıyor fakat okuyucusu pek fazla değil. Tanınmış yahut tanınmamış birçok şairin eseri piyasa da mevcut. Ama belirli şairlerin şiirleri daha çok tercih edildiğinden, diğer eserler kendini tanıtacak fırsat bulamıyor.


Tekrar şiir kitabı çıkarmayı düşünüyor musunuz ?

Şu an daha çok yeni romanım üzerinde yoğunlaştığım için şiir kitabı düşüncem yok. Ama diğer kitaplarımda olduğu gibi bu romanımda da araya serpiştirilmiş şiirlerime rastlayabilirsiniz.
Peki sizden bir şiirinizi rica etsek, diyoruz ve Özlem Hanım bizi kırmıyor ve muhteşem Üsküdar manzarasına karşı bize Yeditepede bir sultan adlı şiirini okuyor;
Başımda deli rüzgarlar, yoldayım,
Elimde bir gül ki;
gözyaşımı sildiğim mendilim,
Neresi Yeditepe?
Neresi bahtı kara Çıksalın?
Bir biletlik gidiş hakkım,
dönüşe Allah kerim....

Hayalimdir, kuşlarla birlikte uçmak
Akşam güneşine doğru yolculuğum
Yine de barınamam oralarda,
Sevgilim küser bana,
Şehr-i payitahtım,
Kara sevdalım; İstanbul'um...

Geri dönsem de nafile,
Bahar çiçekleri bensiz açtı,
Tomurcuklandı siyah güllerim,
Kendimi bıraktığım;
Zambak dolu bir yamaçtı
En güzel yarınlarımı dün de yitirdim,

Ey Yar! Kimse anlamasın;
bir gece kavuştuğumuzu,
Kem dolu gözlerden uzakta...
Der saadet ve o,
uykularımın vazgeçilmez avuntusu
Ölüm olsun isterse vuslat uykusu.

Yalınayak sokaklarda,
Bir başıma dolaşırken anladım,
Ne ben varım aslında,
ne de ömrümü adadığım sultanım,
Yabancı eller ağlar, acıyarak halime,
Dermansız aşktan, baht-ı perişanım…



Bu güzel şiir için teşekkür edip röportajımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yeni romanında İstanbul’dan Nübye’ye uzanan serüvende Osmanlı yine olmazsa olmazı yazarımızın.
Bize yeni romanınızdan biraz bahseder misiniz?

Hikâyemiz lale devrinde geçiyor. Kahramanımız, aşkı uğruna dedesinden kalma gizemli bir sırrın peşinde İstanbul’dan Nübye’ye bir yolculuk yapacak. Bu serüvende sevdayı, Osmanlı şehirlerindeki yaşamı ve hasretle vuslatın keskin yüzünü göreceksiniz inşaAllah, Çağrı Yayınları kaliteli eserlerle bizi sizlerle buluşturmaya devam ediyor.


Yeni romanınızı sabırsızlıkla bekliyor ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim.

Yazar / Özlem Doğan

Röportaj  / Ayşe Dursun

tunaydinayse@outlook.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder