27 Haziran 2013 Perşembe

Şimdi Edebiyatta Ay Vaktidir...




Şeref Akbaba

2000 yılında üç , beş liseli genç ve birkaç yazarla yola çıkan Ay Vakti Dergisi, katlamalı halinden şimdilerde severek takip edilen bir edebiyat dergisi haline gelivermiş.Şeref Akbaba’nın deyimiyle bu derginin sahibi yok, dolayısıyla ortada patron da yok..
Sayın Şeref Akbaba ile Üsküdar’daki dergi merkezinde, yine Şeref beyin deyimiyle dergi atölyesinde buluştuk. Röportaj yapacaktık. Ama karşımızdaki edebiyatçı olunca bize de fazla iş düşmedi doğrusu. Laf aramızda hazırladığımız sorular da elimizde kaldı.
Röportaj, tadına doyulmaz bir sohbete dönüşüverdi.
Küçük ama bir o kadarda mütevazi ve edebiyat dolu bir atölye olan Ay Vakti dergisinde bizler için çay demleyen Sayın Şeref Akbaba beyefendi ;
” Burası sizin derginiz ! Ay Vakti Dergisi herkesin dergisi.Buranın özel olarak sahibi yoktur.”
diyerek samimi bir girizgah yapıyor..



                                
                                    ‘Hiç kimsenin nefsini sayma nefsine hamal.
                                    Attan düşerse kamçın in  de onu kendin al.’

Üstâd Necip Fazıl’a ait bu dizeler (Hadis-i Şerif’in şiirleştirilmiş şekli) duvarda asılıydı.

Röportajımızın ilk sorusu derginin çıkış hikâyesi idi;


Şeref Akbaba: 
“Dergimiz, 2000 yılında yayın hayatına başladı. İlk çıktığında birkaç sayfadan oluşan katlamalı bir şekle sahipti. (Bu arada derginin ilk sayısını incelemeyi ihmal etmedik). Etrafımızda üç, beş liseli ve birkaç  yazar arkadaşımız vardı. Birkaç sayfalık bir dergiyken şimdi edebiyat severlerin severek takip ettiği seviyeli bir edebiyat dergisi haline geldik.”


Ay Vakti’nin yayınlanmış bazı sayılarına ait kapak resimleri duvarda asılıydı. Biz onları resimlerken Şeref Bey konuşmasına devam etti;

“Bizim patronumuz yok.Özgür ve özgün bir dergiyiz.Onun için buraya gelen çayını demler, pastasını kendi alır.Buraya gelen buralı sayılır.”


                                              ‘Sende Muhammedî olan ne var ki,
                                               Benden Ebubekir olmamı istiyorsun.’


“O gün benim bir yazım yayınlanmıştı” dedi Şeref Bey. Özellikle dergi hazırlarken
dedim ki;  bizi geri planda bırakın, bizden bir şey almayın. Fakat denemelerimden biri dergide yayımlandı.


" Sende Muhammedî olan ne var ki,
Benden Ebubekir olmamı istiyorsun"

Sözü yayınlandığı andan itibaren çok ses getirmiş. Bizim de tüm cümlelerin arasında manası buhur buhur ibret ve hikmet işli yazı dikkatimizi çekiyor.

Şeref Bey:

" Sonra da eşimiz dostumuz kim varsa telefon açtı bana” diyerek sözlerine devam ediyor.

 “ Bu sözü benim için mi yazdın ?” diye soranlar oldu. Allah Allah, hiç aklımdan bile geçmedi diye cevap verdim. Ay Vakti Dergisi, Türkiye’de genç kuşağın, üniversiteli bir kuşağın içinde yer aldığı, çalışmalarını gönderdiği beş yüze yakın isme yer vermiş bir kültür ocağıdır. Biz burada şahısları değil, fikri eserleri öne çıkarıyoruz. Biz yazıları dergiye dahil ederken ilk önce teşvik amaçlı hareket ederiz.Öncelikle salt olarak ‘bu eser edebi bir eserdir’ diye düşünerek almamışızdır, onu da söyleyeyim. Yani olmuş bitmiş, sen tamamsın anlamında algılanmamalı.
Sonra arkası gelmiş, aynı yazarın bir çalışmasını daha yayınlamışızdır. Niye ? Bir kabiliyet, bir yetenek var bunda, bunun üzerine bir şeyler yapılabilir, devam ettirebilir diye düşünürüz. Sonrasında benimde haberim yok tabii, takip etme şansım yok. Bundan sonrası editöre aittir. Binlerce mail geliyor. Bu tür dergiler atölye dergileridir. Biz de üç kategori var ;


1 - Profesyonel olanlar. Yani bizim yazar arkadaşlarımız, piyasada adını bildiğimiz.
Onlar çalışmalarıyla katkı sağlarlar dergiye.


2 –  Ay Vakti’nde başlamış isimler.

Mesela ; Şiraze gibi , Necmettin Evci, Selami Şimşek gibi. Daha çok isim var. Dergide başladılar ama hemen olmadı bu. Mesela bize şiirlerini gönderdiklerinde üniversite öğrencileriydiler. Biz şiirlerini hemen yayınlamamışızdır, bekletmişizdir. Yani şiirini adam etsin diye. O sabretmiş, sonra bir giriş yapmış, sonra da devam etmiştir. Çünkü kendine ait bir tarzı vardır artık. Bir yeri vardır. İşte biz hala bu minvalde devam ediyoruz. Dergiye aldığımız her ay bu üç beş isim, bir de Temmuz – Ağustos aylarında on, on beş isime daha yer veriyoruz, onlarda bir adım diye. İlk başta bir şiir gönderiyor, bir yazı gönderiyor sonrasında vedalaşıyor. ‘ Üniversitede bir yazı yazmıştım, bir defasında şöyle yapmıştık ‘ diye anlatacağı bir anısı olsun diye. Dergi işini, edebiyatı hafife almak olarak algılıyorum ben bunu. Biz bu tür şeyleri kaale almıyoruz. Yolumuza devam ediyoruz.

 Hevesli gençlerin kahrını çekmekte çok kolay değil. Günümüzde özellikle onların anladığı dilden bir iletişim kurmaya çalışıyoruz. Her zaman buna ihtiyacımız var. Daha önce belirttiğim gibi; Bizim patronumuz yok. Mekan olarak bir yeri kullanıyoruz. On altı sayfa ile başladık. Çok mütevazıydık. O ay dergiyi postaya verdiğimizde  Elhamdülillah derdik..Öbür aya Allah Kerim. Anadolu’nun üniversitelerinde, şehirlerinde bizimle iletişimde olan, abone olan, yazı gönderen, iletişime geçip her türlü katkıyı sağlayanlar var. Önce bir kişiydik, şimdi binleri aştık. Birçok insanın emeği var dergimizin üzerinde. Sorumluluk bizde ama bu kolektif bir çalışmadır.Yani bu dergi Şeref Akbaba’nın bir eseridir demek doğru değildir.Ortak bir çalışma yapıyoruz. En başta ne demişiz ;

' Yol Sabırdır
                                                          Yürüyüşe devam..'


Demek ki insan bir kalp ve her kalbin lisanı vardır değil mi ? Niyetimiz istikametimizdir diyoruz ve niyetimizi bozmadığımız sürece yolumuza sabırla devam edeceğiz.


 
Huzurun adresi Ay vakti’ne iki öğrenci arkadaşımız daha ziyarete gelip bu söyleşiye sessizce müdahil oluyorlar.

Anadolu’dan gelenlerin en çok girişte, sağ tarafta bulunan kütüphanede asılı duran yazıyı okuduklarını belirten Şeref Akbaba anlatımına devam ediyor;


                                               
Kitap Kütüphaneden Değil ;
                                                Kitapçıdan alınır..


Ay Vakti’nden kitap alınmaz. Ziyaretçilerimiz hemen bu kısmın resmini çekiyorlar. Bizde kütüphanemize asalım diyorlar.


Derginin 12.yılında bütün isimlere yer verilmiş. Editörümüz yok. Anadolu’da ki öğretmen arkadaşlarımıza imla, cümle, dilbilgisi açısından yazılarda eksik varsa onlara okutturuyoruz. Sonra da biz gözden geçiriyoruz.


" Biz de gönüllülük esas."
Yeni isimlere yer vermek kolay değil. Bu konuda eleştiriliyoruz. Bizim de akademik bir çevremiz var. Hangi Profesöre desek ki; Mevlana ile ilgili bir yazı gönder,  hazır. Üç beş yazı ve bir şiir ekleriz. Raflarda yerini alır. Ooo derler, yazıyı görenler alır. Ama bizim gayemiz yeni isimlere yer vermek. Ama bu yeni isimlere yer verirken aynı zamanda amacımız onları elimizden geldiği kadarıyla edebiyat dairesi içinde disiplinize etmektir.


Biz de gönüllülük esas. İşte siz geldiniz, bugün biriniz çayı doldurdunuz, biriniz pastaları ikram ettiniz.O da buranın sıcaklığı.


2007  yılında özel bir sayı çıkardık. Medeniyet özel sayısı. O da yaklaşık 480 sayfadır. Niyetimiz her 5 yılda bir özel sayı çıkarmaktı ama biraz geç kaldık. Çünkü kavramlar üzerinden gidiyorduk. Halen niyetimizden vazgeçmiş değiliz.


Medeniyet özel sayısı edebiyatla ilgili hemen hemen tüm akademisyenlerde vardır.
2013 yılındayız. 2007 de çıkardığımız bu özel sayının yayınlanışının üzerinden beş altı sene geçmesine rağmen, bilgi sahibi akademisyenler veya bu alanda çalışma yapanlar bizden hala  talep ediyorlar. Fakat bizimde elimizde az sayıda bulunmakta. Azaldıkça da kıymete bindi. Şimdi de gönderemiyoruz. Böyle iki üç tane özel sayı daha  kültürümüze armağan edersek büyük bir hizmet yapmış oluruz diye düşünüyoruz. Bu tür dergilerin mekanları küçük ama  nüfuz alanları geniştir. Güçlüdür, her yere her zemine her zamana ulaşırlar.Ve böyle de bir güzel tarafı var. Rabbim bu güzellikten ayırmasın.Dua etmek lazım.


Bizde ki yazarların, şairlerinde kitaplarını ağır ağır basacağız inşallah. Onlardan da Fatma Çolak, Naz Ferniba, Şiraze, Necmettin Evci ve bir de bana ait şiir kitabı var onları yayınladık zaten.
Onların her birisi kültürümüzün bir köşe taşıdır. Önemli eserlerdir. Onlar Medeniyet özel sayısı gibi dergi yapısı içerisinden çıktıkları için bütünlük arz ediyor.Onu hiç bozmamak lazım.


Uyku sultanını çağırmalıyım
Güvercin ve de saf tutan örümcek
Yedi emininde tüm zamanların 
Beni tutun diye bağırmalıyım.
Mekselina buzul, mekselina har 
Yıllar göz açıpta kapamak olsa 
İçimde saklasam feveranları 
Hüzün mahzenimden fışkırsa bahar.


Peki ya Mekselina diyoruz ?!

Ashab-ı Kehf’den birisinin ismi. Şiir Kitabı , Ay Olun İnsanlardan bir şiir.


Kitaplar dergiler bir bütündür.  Siz oturup da gece rüyanızda şöyle yapayım demiyorsunuz. Niyetiniz, birikimleriniz bu tür şeylerin ortaya çıkmasına vesile oluyor.Tabii dergi çıktığı günden bu yana  on üç yıl geçti. Bu süreçte diktiğimiz fidanımız, Ay vaktimiz büyüdü ve artık  altında bizi de gölgelendiriyor. Önce ona büyüsün diye biz su veriyorduk. Şimdi o bizi güneşten, yağmurdan koruyor. Bize meyve veriyor. İlk dört sene yerimiz bile yoktu. Bir öğrenci evi ya da matbaada dergimizi çıkarmak için gece gündüz çalışıyorduk. Bir bakıma şimdi de öyle. Yeri geliyor dergimizi burada poşetliyoruz..Biri geliyor;

“ Hayırdır ne yapıyorsunuz?” diye soruyor.

“Dergiyi  Kültür Bakanlığına göndereceğiz” diyoruz.  Kollarını sıvıyor ve  o da bize yardım ediyor.


Bu işler aşkla, gönülle, muhabbet ile olan şeylerdir zaten..Kitabı seveceksiniz, okumayı seveceksiniz, yazmayı seveceksiniz.Nitelikli bir insan yetiştirmek için bir gayretiniz olacak. Nitelik diyorum, altını çiziyorum.

İyi şairler iyi şeyler yazdılar.
Her şairden üç tane beş tane şiir kalır.
Bu bitmedi ama daha yolun başındayız. Devam edeceğiz inşallah. Yazdıran istediği müddetçe yazacağız.


Derginin adı; Ay vakti. Şiir kitabınızın adı; Ay olun insanlar. Neden hep Ay geçiyor ? diye soruyoruz sayın Akbaba’ya.


" HİCRET ELİF’İ…"

“Kendinden bir oluşum. .Dergi çıkaracağımız zaman çok düşündük. Ne yapalım, nasıl edelim, bir de özgür olmasını istiyoruz. Sanat özgür alanlarda icra edilebiliyor ancak.
Cemil Meriç; “Hür tefekkürün kalesidir.”diyor. Dergilerinde öyle olması lazım. Biz omurgasız mıyız? Tabii ki hayır! Öyle her önümüze geleni yayınlamıyoruz.
Mehmet Akif Ersoy’dan, Necip Fazıl’dan, Mâvera’dan, Nuri Pakdil’den devam edegelen o kuşağın bir versiyonuyuz biz. Çizgimiz belli. Dergi çıkarken isim tespit edelim dedik.
’ Ay Düşü ‘ diye bir şiirim vardı. Sonra bizim söyleşileri kitaplaştırdık Ay Vaktinde konuşulanlar, Ay Olun İnsanlar derken hasılı Ay üzerimizde kaldı…
Ay vakti ismini koyarken bizde ki çağrışımı gece değil, Hicretti.Efendimizdin (sav)
Mekke’den Medine’ye hicretiydi. Zaten bir yazımızda da kullanmıştık; ‘Hicret Elifi’ diyorduk. Hicretin bizde bıraktığı izlenimler, o gece yürüyüşünün yolcuğunun iz düşümüdür bu. Bu ismi daha çok benimsememizdeki sebepte budur. Onun için Ay vaktidir. Onu hicretten, o geceden  bir yansıma olarak görmekte fayda var bence.


Ay Vakti’nden iki arkadaşımızın kitabı çıktı.  Biri Şiraze diğeri de Necmettin Evci’dir. Necmettin Evci genç bir arkadaştır, bir öykü yazarıdır, bir düşünce adamıdır ve güçlü bir kalemdir. Herkes kadar popüler değil ama geleceği besleyecek isimlerden birisidir. Bu sene “Yaşamak Öldürür Beni “ kitabını bastık. Türkiye Yazarlar Birliği’nin Düşünce Ödülünü aldı.
Şiraze ise edebiyatın mektup alanında çığır açan isimdir. Mektup bir edebiyat türüdür. Şiraze arkadaşımız ise güçlü bir kalemdir. Şiraze kullandığı kelimeleri bir daha kullanmaz. On yıldır beraberiz. Dergide bizleri hiç yalnız bırakmadı. Dergi dışında bize sormadan bir şey yapmaz. Disiplinli bir yazardır.

Şunu da belirtmeliyim ki; Dergimize mail gönderen herkese gecikmelide olsa cevap yazıyoruz. Her zaman onlıne değiliz. Çünkü çalışma yapıyoruz. Hepsine kısada olsa mutlaka cevap  veriyorum ve bu işi yalnızca ben yapıyorum. Benim dışında başkasının bu görevi almasını istemiyorum. Çünkü diyelim ki bir arkadaşımız bir çalışma gönderdi. Onun bir kitabı mı var?  Çalışması mı var? Öyküsü mü var? Bunu ben biliyorum. Ama cevaplaması için  maili teslim ettiğim kişi bunları belki tam manasıyla araştırmayacak ve bilemeyeceği için karşı tarafa absürt bir şey yazarsa da  olmaz. O havuzu tanıması lazım.

“Giren bilmez, bilen girmez bu bir babı ilahidir.
Giyen bilmez, bilen giymez bu bir Konya külahıdır..”

Kültür ve sanat mahreçli çalışmalarda aynen öyledir...

Bu sözlerle sohbetimizi çay eşliğinde sonlandırıyoruz..Sayın Şeref Akbaba’ya teşekkür ediyor.Edebiyat dünyamıza nice eserler kazandıran Ay Vakti dergisi ile nice on yıllar diliyoruz..


Yazar : Şeref Akbaba
Röportaj : Ayşe D.
tunaydinayse@outlook.com



10 Haziran 2013 Pazartesi

Yazar Özlem Doğan ile Hasbihâl...

Bu haftaki Röportajımın konuğu sevgili Özlem Doğan'dı. Kendisini
 "Yeditepede Bir Sultan "
" Gülistan-ı Aşk "
" Çelişki " ve son kitabı
(favori kitablarımdan biri olan)
" Leyla ile Hasbihâl " den tanıyoruz. Medya da ve göz önünde olmaktan her zaman bir adım geride kalmayı tercih etmiş olan yazarımız ricamı kırmıyor ve röportaj için Üsküdar'a anlam katan Mihr-i mah Sultan'da buluşuyoruz. Sevgili Özlem Doğan yoğun temposundan zaman ayırıp Avrupa yakasından Anadolu yakasına geliyor.. O gün, başta İstanbul’un yoğun trafiği olmak üzere bizi aksilikler yorsa da, güzel tevafuklarla da karşılaşıyoruz..


Mihr-i mah Sultan Külliyesine Ve Mimar Sinan'ın evine doğru ilerlerken bizi gülümsetecek bir manzaranın az ötede bizi beklediğinden habersiziz;
Ben A. : Burası resim için çok güzel, değil mi?

Özlem D. : Muhteşem..
Tam fotoğraf makinemi hazırlarken sol tarafımızda bir hanımefendi dikkatimizi çekiyor.
Elinde su şişesi kargaya su içiriyor..
Hanımefendi : Kızım beni de çek! Ben emekli Resim Öğretmeni Saliha Öğretmenim. Hem hangi gazete bu ? diye soruyor, Türk insanının meşhur sorularından biri, malum.
Kızım şalının rengi çok güzel sarı sarı kimin yarı.. :) derken teyzemizle vedalaşıyoruz..

Ve nihayetinde Röportajımız için Bismillah diyoruz..

                                           OSMANLI AŞKIN KİTÂBESİ

“ Leyla bir özge candı hani ? Ela gözlü bir çöl ahusuydu ! Ne oldu da sert rüzgârların tarumar ettiği kırgın bir çiçeğe dönüştü hoyrat ellerde ?
Mecnun’un biricik aşkı Leyla ! Ceylan gözlü güzel. Hâlbuki hikâyesi yüzyılların ötesine, ılgıt ılgıt ilkbahar meltemleriyle kalplere taşınmışken, sevda tomurcukları filizlenemeden bu çağın zalim duygularına yenik düştü…”

Kitap severlerin; Sultan Abdülmecid’in Gülistan adlı Osmanlı kızına büyük aşkını anlatan “Gülistan-ı Aşk” adlı romanıyla tanınan Özlem Hanım yazıya başlama serüveni ve romanında merak edilenleri anlatmaya başlıyor;

Klişe bir söz olacak ama çocukluğumdan beri yazıyorum. Duygularımı kâğıda dökmek, hayalimde tasarladığım karakterler ve hadiseleri yaşamışçasına hissederek bir öykü, bir roman oluşturmayı çok seviyorum. Ben daha çok şiir ve öykü üzerinde yoğunlaşıyordum. Yeditepe de bir sultan adlı şiir kitabım 2008 de yayın hayatına merhaba dedi. Şiirin bendeki yeri oldukça farklıdır. Her zaman. Zaten bu farkı romanlarımda da hissedebilirsiniz. Zira mutlaka romanlarımda hikâyenin akışına uygun olarak şiire de yer veriyorum. Gülistan-ı Aşk’a kadar roman yazmayı hiç düşünmemiştim. Beni yazmaya sevk eden en önemli sebeplerden biri; hayatını araştırdıkça, çok etkilendiğim padişah 1. Abdülmecid’in tüm sevap ve günahlarına rağmen iyi niyetinin anlaşılmasını temenni etmemdi.
Son derece naif, duygusal ve belki de kadınlara karşı yumuşak başlı ve aşırı anlayışlı davranmasının getirdiği yanlışları da olduğu muhakkak. Ama Zat-ı Şahane de olsa o da bir insan netice de. Dönemin paşalarının kendisinden daha güçlü olduğunu fark eden ve günden güne hastalığına teslim olan bir padişahı, "Elemlerin Padişahı" nı anlatmak istedim. Sultan Abdülmecid padişahlar arasında yakın zamana kadar hayatı pek bilinmeyen, sarayın gizemli yüzünde kendi hassas kişiliğinde saklı kalmış biri. Hayatını araştırdığınızda hisli iç dünyasının ve bu dünyasını alt üst eden insanların onu ne derece hırpaladığını da göreceksiniz.



2011 de II. Kitabı Çelişki’yle okuyucularıyla buluşan Doğan ; Dünya görüşleri tamamen zıt iki gencin aşk hikâyesi ve çevrelerine karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor.Yiğit ile Liva’nın serüveni’ni bizlerle kısaca paylaşıyor ;

“ Mahzun gözlerin ardındaki sır
Aşk bu hale koydu beni bir asır
Bir yanda nefsim bir yandan iman
Çeker dururlar beni kollarımdan..

Üzülme. Derdi de dermanını da veren Allah’tır. Kendini suçlama. Kalbe ekilen tohumların sahibi de Allah’tır. Felah yoluna gelince ; o yola ancak sabır ve doğrulukla ulaşabilirsin…”

Hikâyemiz 2008 deki anayasa değişikliği ile bazı üniversitelerdeki türban yasağının kalkmasıyla başlıyor. Babası gizli bir örgüt mensubu, annesi irtica ile mücadele derneği başkanı olan tanınmış bir ailenin oğlu Yiğit’le, son derece radikal çizgilere sahip dindar bir ailenin türbanlı kızı Liva’nın aşk hikâyesi bu. İdeolojik bakış açıları nedeniyle önceleri birbirlerinden nefret ediyorlar. Fakat aynı üniversite çatısı altında yaşadıkları hadiseler bu iki genci birbirine öyle sıkı bağlarla bağlıyor ki, yaşamlarındaki farklılıkları bile bu aşkı engelleyemiyor. Ta ki bu sevdaya üçüncü şahıslar müdahil oluncaya kadar. Bildik bir konu fakat farklı bir hikaye.

‘Sen gidenimsin ben kalanınım.
Sen şarkımsın ben yazarınım.
Sen mermere ben suya yazılanım.’

Bu güzel satırlar on üç öyküden oluşan son kitabınız Leyla ile Hasbihâl’ den. Okuduğum zaman en çok dikkatimi çeken şu oldu; İstanbul ve Osmanlı sizin vazgeçilmeziniz. Yanılıyor muyum?

Yanılmıyorsunuz. . Evet, İstanbul ve Osmanlı benim kitaplarımın tezhibi, altın yaldızı. Lakin şu bir gerçek ki aşk güzeldir ama İstanbul’da aşk bir başka güzeldir.
Leyla ise edebiyatın simgesidir. Mecnunun kavuşamadığı aşkıdır. Aşktır Leyla. Ulaşılamayandır. Onunla hasb-i hâl eden yalnızca ben değilim. Biziz. Sizsiniz. Yukarıda alıntıladığınız satır, benim kitabımın içindeki en çok sevdiğim “Veda” adlı yazıma ait. Öyle bir vedadır ki; elveda bile sûkut etmiştir. El olmuştur veda eden ve el/veda demiştir.
Bazen sessizce çekip gidenlerin ardından öylece bakakalmaz mıyız?!
Ben bu on üç farklı öykü de herkesin kendinden bir şeyler bulacağına inanıyorum. Çünkü bizim insanımız oldukça nahif ve kırılgan duygularla donatılmıştır. Leyla ile Hasbihâl hüznün ve aşkın kitabı. Bizi biz yapan hatıralarımızdır. Özlediklerimiz, beklediklerimiz orada hep bizimle birliktedir. Belki yıllardır kendisinden haber alamadığımız o muhteşem varlık, vazgeçemediğimiz o sevgili, daima anılarımızdaki yerini korur. İşte Leyla ile hasbihal özlenen sevgiliye dönüş demektir.


İstanbul, ayrılmanın ölüm kadar acı geldiği, uğruna ne şarkılar ne şiirler adanmış bir sevgilidir. Öyle vefalı bir yardır ki; üzerinde yaşayan sevdalılarını koynunda yatırıp saklamıştır yüzyıllarca. Konstantinopolis olduğu devirlerde de sanatçılar en güzel eserlerini bu şehrin havasını teneffüs ederek, mehtabını seyrederek ortaya çıkarmış. Boğazın meltemi, yüzyıllardır yüreklere güllerin tomurcuklarını savurup durmakta hâlâ. Şehr-i payitaht olduğunda da şehzadeler, İstanbul kadar güzel cariyelerini bu eşsiz şehirde gezdirdiler, yemyeşil ağaçların zümrüt renginin yansıdığı bahçelerde… Üstadın dediği gibi; “Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar”dır İstanbul’un. Herkesin doğduğu, büyüdüğü topraklar yardır kendisine. Acılarımızı, sevgilerimizi, en gizli sırlarımızı bilirler.
Tüm zamanların ve duyguların, boğazın serin sularında pırıldayan yakamozların güzellikleri ve aşk ve insana dair her şey…
Bu satırlar Özlem Hanımın “Yeditepede Bir Sultan” adlı şiir kitabına ait.
Ülkemizde yeterince şiir kitabı yayımlandığı halde yeterince okuyucusu olmadığına değiniyor ;


Son yıllara nazaran oldukça çok şiir kitabı yayınlanıyor fakat okuyucusu pek fazla değil. Tanınmış yahut tanınmamış birçok şairin eseri piyasa da mevcut. Ama belirli şairlerin şiirleri daha çok tercih edildiğinden, diğer eserler kendini tanıtacak fırsat bulamıyor.


Tekrar şiir kitabı çıkarmayı düşünüyor musunuz ?

Şu an daha çok yeni romanım üzerinde yoğunlaştığım için şiir kitabı düşüncem yok. Ama diğer kitaplarımda olduğu gibi bu romanımda da araya serpiştirilmiş şiirlerime rastlayabilirsiniz.
Peki sizden bir şiirinizi rica etsek, diyoruz ve Özlem Hanım bizi kırmıyor ve muhteşem Üsküdar manzarasına karşı bize Yeditepede bir sultan adlı şiirini okuyor;
Başımda deli rüzgarlar, yoldayım,
Elimde bir gül ki;
gözyaşımı sildiğim mendilim,
Neresi Yeditepe?
Neresi bahtı kara Çıksalın?
Bir biletlik gidiş hakkım,
dönüşe Allah kerim....

Hayalimdir, kuşlarla birlikte uçmak
Akşam güneşine doğru yolculuğum
Yine de barınamam oralarda,
Sevgilim küser bana,
Şehr-i payitahtım,
Kara sevdalım; İstanbul'um...

Geri dönsem de nafile,
Bahar çiçekleri bensiz açtı,
Tomurcuklandı siyah güllerim,
Kendimi bıraktığım;
Zambak dolu bir yamaçtı
En güzel yarınlarımı dün de yitirdim,

Ey Yar! Kimse anlamasın;
bir gece kavuştuğumuzu,
Kem dolu gözlerden uzakta...
Der saadet ve o,
uykularımın vazgeçilmez avuntusu
Ölüm olsun isterse vuslat uykusu.

Yalınayak sokaklarda,
Bir başıma dolaşırken anladım,
Ne ben varım aslında,
ne de ömrümü adadığım sultanım,
Yabancı eller ağlar, acıyarak halime,
Dermansız aşktan, baht-ı perişanım…



Bu güzel şiir için teşekkür edip röportajımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Yeni romanında İstanbul’dan Nübye’ye uzanan serüvende Osmanlı yine olmazsa olmazı yazarımızın.
Bize yeni romanınızdan biraz bahseder misiniz?

Hikâyemiz lale devrinde geçiyor. Kahramanımız, aşkı uğruna dedesinden kalma gizemli bir sırrın peşinde İstanbul’dan Nübye’ye bir yolculuk yapacak. Bu serüvende sevdayı, Osmanlı şehirlerindeki yaşamı ve hasretle vuslatın keskin yüzünü göreceksiniz inşaAllah, Çağrı Yayınları kaliteli eserlerle bizi sizlerle buluşturmaya devam ediyor.


Yeni romanınızı sabırsızlıkla bekliyor ve bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyoruz.

Ben teşekkür ederim.

Yazar / Özlem Doğan

Röportaj  / Ayşe Dursun

tunaydinayse@outlook.com

Osmanlıca, Arapça, Farsça Eserlerle Dolu Dev Bir Mağara Kütüphane..




Haber 7 Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Erdoğan ile habercilik, gazetecilik ve gazeteciliğin önemi hakkında hoş bir mesleki sohbet gerçekleştirdik.Gazeteciliğin diplomaya dayalı olmadığını belirten Erdoğan gün de 1 milyon ziyaretçisi olan
" Haber7.com " un başarısının püf noktalarına vurgu yaptı.

1970’li yılların başında Rize’de doğmuş .Hayatın uzun dönemi İstanbul’da geçmiş.İlkokul çağlarında Kur’an- ı Kerim eğitimi almış. İmam Hatipten sonra da İletişim Fakültesinde okumuş bir gazeteci.
1990 gazeteciliğe başlangıç tarihimiz.23 yıl oldu bu meslekte. Milliyet Gazetesi’nde başlayan gazetecilik hayatımız TRT’de devam etti 1- 1,5 yıl kadar.
Sonrasında Samanyolu Tv’nin ilk kurucularındanım.Oranın ilk Dış Haberler Müdürlerindenim..
O yıllarda hem TRT hem de SAMANYOLU Tv’nin olduğu yıllarda radyoculuk Türkiye’de yeni yeni oluşuyordu.
Ve bizim o dönemde radyo deneyimlerimizde oldu radyoculuk da yaptık.Sonrasında da 1995 yılı’nın ortalarında KANAL 7’ye geldim.Kanal 7 de uzun yıllar Dış Haberler Müdürlüğü yaptım.2000 yılından da 2011 yılının sonuna kadar 11 yıl Kanal 7 Haberin başındaydım Haber Müdürü olarak.O yıllar arasında haber bültenleri sundum, programlar sundum..Daha sonrası bizim bünyemiz de açılan ikinci bir televizyonumuz olan Ülke Tv’de daha önce den Haber7 Tv idi biliyorsunuz. Ülke Tv’de de 5,5 – 6 yıl boyunca televizyon programları yaptım..Son 1 yıldır da Haber 7.com un Genel Yayın Yönetmeni olarak buradayım.Bir yapmadığımız İnternet Gazeteciliği kalmıştı şimdi tekrar o alana geri döndük bakalım çok keyifli bir iş, çok zor bir iş, çok yoğun bir iş onu devam ettiriyoruz..
" LİSE YILLARIMIZDA HARÇLIKLARIMIZLA EDEBİYAT DERGİLERİ GÜNLÜK GAZETELER ÇIKARTIRDIK "
Aile yakınlarım ve babam diğerler benim daha çok din eğitimi almam noktasında İlahiyata gitmemi istiyorlardı.Ama biz lise yıllarımızda da edebiyat dergileri çıkartır günlük gazeteler çıkartırdık.Cep harçlıklarımızla..O yüzden ben tek tercihle gazeteci olmaya karar verdim..ve tek tercihle İstanbul İletişim Fakültesinde girdim.ki oraya girdiğim puanla ben Boğaziçi ve diğer üniversitelerin bir çok bölümlerine girebiliyor idim.Ama tek tercihim gazetecilikti.Gazeteci olmaya karar vermiştim.Tekrar okusam tekrar gazetecilik okur tekrar gazeteci olmak isterim.Çünkü ben bu mesleği çok seviyorum sevmezseniz bu meslekte olmak çok zordur.Çünkü zamanı mekanı mesai mefhumu olmayan bir iş. Koşturmacanın içinde olmanız gerekiyor.Rabbim 23 yıldır koşmayı nasip etti.Bundan sonra da koşturmaya ölünceye kadar muhabirlik yapmaya hazırız.
" GAZETECİLİĞİ SEVMEZSENİZ YAPABİLECEĞENİZ BİR MESLEK DEĞİL "
Sonradan gazeteci olunmuyor.
Biraz heves biraz istek biraz da aşk denebilir mi ? Evet denilebilir. Aşk olmazsa gazetecilik aşkı sokağa çıkamazsınız elinize mikrofonu alıp uzatamazsınız.Bir haberin peşinden koşamazsınız.Bir haberin takibini yapamazsınız.Bunların hepsi aşk ile sevgi olan şeyler.Gazetecilik çok güzel bir meslek tavsiye ederim


" HABER 7 GÜNLÜK 1 MİLYON ZİYARETÇİSİ OLAN TÜRKİYENİN EN BÜYÜK HABER PORTALLARINDAN BİRİ "
İnsanları bilgilendirmek onların haber alma gibi bir özgürlüğüne o alanına sizinde girmiş olmanız demek. O açıdan da çok büyük keyif veren bir iş.
Gazete de tam sayfa bir manşetinizin çıktığını düşünün bir televizyon ekranında sizin sunuşlarınızla sizin anonslarınızla insanları toplumu bilgilendirdiğinizi düşünün bunların hepsi sizi motive eden şeyler. Ben tabi hem yazılı basın hem görsel basın hem de işitsel dediğimiz radyo alanından sonra şimdi hepsinin içinde olduğu bir mecradayım. HABER 7 bugün hem görselliğiyle hem yazılı basınıyla hem de işitsel basın olarak üçünü birden kullanan bir mecra ve günlük
1 milyon ziyaretçisi olan Türkiye’nin en büyük haber portallarından biri. Düşünün her gün 1 milyon kişi var karşınızda ve onlara gazetecilikte örnekler sergiliyorsunuz.
 O kadar insana karşı sorumluluğunuz var. Yayın yaptığınız alan o kadar geniş ki
bizi Çin’den Amerika’dan dünya’nın neresinde olursanız olun bizi kimlerin takip ettiğini dakika dakika görebiliyoruz . O yüzden dünyanın her yerinden bizi takip edildiğini görmemiz de bizi çok büyük keyif veriyor.Bu işin bizim motivasyon açısından da önemli .Hem sorumluluğu var. Ama dediğim gibi bu işi seviyoruz sevmemizde lazım. Sevmezseniz de gidin başka bir iş yapın yani. Ama gazetecilik , aşk meşk sevda işi.
" ÇOCUKLARIMA ÇOK FAZLA VAKİT AYIRAMAMAKTAN DOLAYI BİRAZ KENDİME SİTEM EDENLERDENİM "
Elbette ki artıları ve eksileri oluyor. Gazetecilikte kendinize çok fazla zaman ayıramıyorsunuz. Sosyal hayatınıza çok fazla zaman ayıramıyorsunuz. Yoğunluklu bir iş. Gecesi ve gündüzü olmayan mesai mefhumu olmayan bir iş olduğu için. Mesela ben çocuklarıma çok fazla vakit ayıramamaktan dolayı biraz kendime sitem edenlerdenim ama onlarda artık işin farkındalar. Biraz böyle tarafları var işin. Hem kendinize zaman ayıramıyorsunuz hem de eşinize, dostunuza , akrabanıza özel hayatınıza sosyal hayatınıza zaman ayıramıyorsunuz. Böyle bir dezavantajı var. Ama onun dışında da binlerce on binlerce insanın keşke ben gazeteci olabilsem dediği bir nokta da onların önüne geçip gazeteci olmuşsunuz böyle de avantajları var. Gittiğiniz yerde size kimlik bile sormuyorlar. Hele biraz da meşhur olursanız artık değmeyin tadından geçilmez öyle de bir durumu var bu işin. Avantajları da var dezavantajları da var. Ama yine de gazetecilik ciddi anlamda sorumluluk isteyen bir iş. Bir kere bunu ön planda tutmak lazım. Biraz sorumsuzsanız çalakalem işler yapıyorsanız, birine çamur at birine şantaj yap bunun üzerinden popüler olmak istiyorsanız, bunun geleceği de yok bu da gazetecilik de değil zaten. Biz bunların hepsine dikkat ediyoruz. Birazcık sosyal hayatımızada vakit ayırmaya çalışıyoruz birazcık ailemize birazcık işimize derken böyle bir denge tutturup yürütebiliyorsunuz bunu.
” BİZİM İÇİN İYİ BİR ÖRNEKTİR MEHMET ALİ BİRAND.
ÖMRÜ BİLLAH MUHABİRDİ "
Mesela bizim için iyi bir örnektir rahmetli Mehmet Ali Birand.70 yaşındaydı bu senenin başında rahmetli olduğunda.Hâla sokakta bir muhabirdi..Gazetecilik muhabirlik demektir diyordu.Ve biz gittiğimiz programlarda konferanslarda bir çok mecrada karşılaşırdık kendisiyle.Muhabbetlerimiz olurdu.O hâlâ elinde mikrofon hâlâ kaydedici ile birlikte telsiz ile birlikte sürekli haber takip eder sürekli insanın ağzından bir şeyler almaya onu haberleştirmeye uğraşır ömrü billah muhabirdi.
Bu işin yaşı yok yani gazeteciliğin o açıdan söylüyorum.Biz bugün 40 yaşındayız ama yarın Allah ömür verirse 60 yaşına geldiğimizde yine gazetecilik yapmaya uğraşıcağız.Çünkü gazeteciliğin böyle bir tarafı var meraklı bir tarafıda var bu işin.Yoğunluklu koşturmaca.Birazcık aşkı şevki olanlara tavsiye ederim yani gazeteci olmayı.

"  
BİLGE KRAL ALİYA İZZETBEGOVİÇ İLE AYNI KARARGAHTA KALDIM "
Dış Habercilik yaptığım yıllarda çevremizdeki coğrafya çok hareketliydi savaşlar açısından söylüyorum. Mesela Çeçenistan savaşında oradaydım. Gazeteci olarak gittim birin de mahsur kaldık birkaç ay kalmak zorunda kaldım.
Bosna savaşın da bir canlı tanıklarındanım.
Afganistan savaşının canlı tanıklarından biriyim.
Filistin davasındaki İsrail saldırılarının olduğu Filistin’de 3-5 kez bulunmuşluğumuz vardır.
Ayrıca Arnavutluk isyanında Kosova savaşında Yunanistan ayaklanmalarında hep bu bölgelerde olduk biz.
Unutamadığımız çok anımız var tabii.
Mesela; Bosna savaşında bir sniper kurşunuyla yaralanıp Boşnakların lideri olan dünya’da da herkesin bilge kral diye bildiği ALİYA İZZETBEGOVİÇ ‘in rahmetlinin kaldığı karargahta 10-15 gün onun yanında kalmak gibi bir durumumuz da oldu.
" PENÇŞİR ASLANI AHMET ŞAH MESUD HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI’DIR "

Mesela Afganistan’da o da rahmetli oldu Ahmet Şah Mesud . Pençşir Aslanı diye bilinirdi.
Afgan mücadelesinin en önemli isimlerinden biridir. Pençşir vadisinde ki bir mağarada yaşardı. Mağara dev bir kütüphane bölümündeydi. Osmanlıca, Arapça , Farsça eserlerle dolu bir yerdi.Mesela onun hayatı onunla geçirdiğimiz birkaç gün benim için bir dönüm noktasıdır hayatımda.
" YIKIK BİNALAR İÇERİSİNDE BİR RAHLE ve BİR KADIN.TEVEKKÜLÜN BÖYLESİ "
Ayrıca Çeçenistan da yaşadığımız hadiseler özellikle yaşlı bir teyze’nin hikâyesi bizi etkilemiştir.
Ben hep bunu anlatırım.Belki çoklu defa anlatışım olacak ama
Çeçenistan’ın başkenti Grozni ‘nin bombalarla tahrip edilmiş yıkılmayan binası yok.Sokaklarda Rus tankları var.Bu cadde ana cadde.Adı da Melin caddesi’dir..Melin caddesin de pos noktaları var yani kontrol noktaları dediğimiz.Rus tanklarının kontrolünde ki bölgeler..
Biz sığınaklardan güvenli binalardan çıkıp ,bombardımanların olmadığı saatlerde gazetecilik adına bir şeyler yapıp çekmeye çalıştığımız zamanlarda bir kadıncağız altmışlı yaşların üzerinde bombardıman sesleri kesildiğinde elindeki bir rahle ile bir tahta parçasıyla caddeye çıkıyor cadde de kimse yok zaten savaş ortamı.Caddeye çıkıyor o elindeki rahlenin üzerine yanında üç tane küçük çikolatası var onları koyuyor satış için bekliyor.
Bir gün takip ettik , iki gün takip ettik. Allah Allah şaşırdım ben tabii ne yapmaya çalışıyor ? diye.
Ve üçüncü gün yanına gittim ve sorduğumda her yer bombardıman altında ölmekten korkmuyor musunuz ? bir bomba isabet edecek bir şarapnel ile parçalanacaksınız. Sokakta kimse yok ki kime ne yapmaya çalışıyorsunuz ? diye sorduğumda
kadıncağız; gözlerinin içinde ki çok kararlılıkla 60 yaşın üzerinde ki babaanne ;
“ Benim oğlum ve gelinim, diğer oğlum Rus bombardımanın’da şehit oldular.Ama benim 9 yaşında bir torunum var.
Adı da Şehit İslam.
Onun okuması lâzım . Onun yetişmesi lâzım. Bu vatana Çeçenistan davasında mücadele etmesi lâzım. Onu okutabilmek için benim paraya ihtiyacım var ve onun için bu çikolataları satmam gerekiyor.” diyordu ısrarla. Kimsenin olmadığı bütün binaların yıkıldığı caddeye çıkıp tevekkülün bu kadarı beni çok etkilemişti. Ben hep bunu anlatırım o zamanlar bunu yazmıştım haberleştirmiştim de.
Bu tür çok hadiseler var bizim hayatımızda.
Bosnada ki eşini kaybetmiş kadınların hikâyesi.


ÜSTAD MEHMET AKİF ERSOY’UNDA DEDİĞİ GİBİ ; ALLAH BU MİLLETE BİR DAHA İSTİKLÂL MARŞI YAZDIRMASIN.
ALLAH ; BİR DAHA ÇEÇENİSTAN’DA Kİ GİBİ BOSNA’DA Kİ GİBİ SAVAŞLAR GÖSTERMESİN " 
Çok şey var tabii anlatmakla bitecek şeyler değil.
Üstad Mehmet Akif ERSOY ‘unda dediği gibi Allah; Bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.
Allah bir daha Çeçenistan’daki , Bosna’da ki gibi savaşlar göstermesin.
" ÖNCE İNSANLIK SONRA MESLEĞİMİZ "

Elbetteki bir gazeteci gözüyle orada bulunuyorsunuz ama insan hayatı söz konusu olduğunda bir dram söz konusu olduğunda çoğu zaman gazeteciliğinizi ikinci üçüncü plana atabiliyorsunuz.Önce insansınız tabii bir yaralı varsa ona yardım etmek zorunda hissediyorsunuz kendinizi. Oradaki dramla dertleniyorsunuz. Ben mesela Pazar yeri Katliamı olduğunda Saray Bosna’daydım.Orada yüzün üstüne insan bombalarla ölmüştü mesela kadın erkek karışık.
Bu dramı gördüğünüzde gazeteci olarak hissetmiyorsunuz bile. Artık insansınız ve parçalanmış cesetleri görüyorsunuz. İster istemez insanlığınız duygusallığınız ve başka duygularınız öne çıkıyor. Daha sonrasında idrak ettiğiniz de ya ben gazeteciyim bunu yazmam lazım diye dönüp o zaman kendi işinize bakıyorsunuz. Ama bu ikilem arasında kalmak bir gazeteci için her zaman insanlığın önde kalması lazım ben de öyle gazetecilerden biriyim.
Önce insanlık sonra mesleğimiz gazetecilik .
Bir yerde kaza geçiren biri gördüğünüzde ya ben dur şunun fotoğrafını çekeyim falan filan kimse yoksa tabii diyemiyorsunuz.
Sadece bir gazeteci değil olay yerinde olan vatandaşımızda hemen elindeki telefonuna ya da fotoğraf makinesine sarılıyor görüntüleme telaşına giriyor.Belki hemen ambulansı arasa bir hayat bir yaşam kurtaracak ama maalesef böyle bir gazeteciliğe herkesin hevesi var demek.Biraz da bizim insanımız meraklı. Meraktan kaynaklanıyor bunlar.Gazetecilik ruhundan değil de meraktan kaynaklanıyor bunlar. Az hasarlı bir kaza da olsa trafik kilitleniyor. Niye ? Çünkü oturup, durup izleniliyor.
Biz biraz meraklı milletiz.Bir de acıları çok çabuk unutuyoruz balık hafızalıyız biraz.
Yardımlaşma, ruhumuzun zayıf olmasının sebeplerinden biri de o. Her ne kadar bir gazeteciysekte insanız nihayetinde. Biz de insanız biz de bir can taşıyoruz vicdanımız var. Meraklı bir millet olduğumuz için de bu tür olayları çok yaşıyoruz.
YENİ MEDYA DEDİĞİMİZ MECRA İNTERNET "
Gazete daha kalıcıdır. Günlerce uğraşırsınız 15 dakika da insanlar izlerler ve geçerler.Bir daha onu görebilecekleri bir yer yoktur. Ama gazeteye yazmıştır bunu, bugün koyduğu haberi yarın da bulabilir . Gazetenin böyle bir avantajı var ama Televizyon görsel yayıncılığı ve internet medyası bunların beş, on basamak önündedir. Ben bugün diyelim ki sizin yayın yeriniz Çengelköy de örnek verirsem Çengelköy’deki kaza haberini biz 10.dakika da yayınlarız insanlar görürler. Gazete onu 24 saat sonra yayınlayabilir.Öyle bir avantajı vardır internetin ya da televizyonun.Televizyon görüntü eline geçtiği dakikada yayını yapabilir ama hangisi daha doğru bir bilgi veriyor derseniz bu biraz yayın ilkesi ile yayın ahlakı ile alakalı bir şey.
Haberci , bir gazeteci aldığı haberi doğru aktarmakla mükelleftir bunu yapar. Bunun içine yorumunu katabilir mi ? katar. Bunun içine saptama bir bilgi koyabilir mi ? koyar. Bu olayın şirazesinden çıkarılmamalıdır. Başka bir yöne saptırılmamalıdır. Hiç adı olmayan birilerini suçlamamalı birilerine bir şeyler yüklememelidir. Çünkü bilgilendirme amaçlı kamu adına bir şeyler yapıyoruz. Gazetecilik, habercilik böyle bir şey.Bunu yapıyorsa sorun yok.Sağlıklı haber yapan yerlerden insanlar beslenir kim daha iyisini veriyorsa da onun reytingi yüksek olur onun satışı daha fazla olur.Onun seveni onun takipçisi daha fazla olur.
Haberi doğru vermek esastır bizim için.
İnternet ortamı televizyondan daha hızlı. Yeni medya dediğimiz mecra İnternet.
Görüntüyü de burada bulabiliyorum yazıyı da burada bulabiliyorum. Ayrıca sizin sitenizde sizin arama butonunuzda 10 dakika önce haberide bulabiliyorum 10 yıl öncekini de arayıp bulabiliyorum.
Böyle de bir kolaylığı var. Televizyonda böyle bir kolaylık yok.O yüzden internet , hem televizyonun hem de gazetenin önünde.Şimdi bir gazetenin de televizyonun da kendine ait bir sitesi var artık. Milyon dolarlık yatırımlar yapılıyor. Güçlü bir internet sayfası olmazsa olmaz.
Biz haber 7 olarak günlük 1 milyon ziyaretçiye ulaştık bunun 800 bini tekil ziyaretçi farklı kişiler.
Bu çok önemli bir rakam 100 kişinin %40 ı sizi takip ediyor demek çok büyük bir rakam.
Bunun karşılığı geliyor mu Allah’a şükür geliyor.Televizyonlar çok cazip paralar kazanıyorlar buna devam edebilmek için. İnternet tarafında böyle bir sıkıntı yaşıyormusunuz ? diye belki aklınızdan geçebilir.
Doğrudur. İnternet tarafında da artık çok ciddi bir reklam pastası var ve o pastadan pay alanlardan belkide hak ettiğini alamasada o pasta da payı olanlardanız. Kazanıyoruz yayını sürdürebilmeyi için kazandığımız gibi ve o kazandığımızada yeni yatırımlar yapıyoruz. Özel kadın sitemizi de birkaç ay içerisinde yayınlayacağız İnşallah. Çocuklarımız için de eğitim üzerine bir site hazırlığındayız.
Neden kadın ve çocuğa ilgi gösteriyoruz ? Maalesef kadın ziyaretçilerimiz 3.sırada.
Ziyaretçilerimizin %65 i erkek %35 i kadın. Bunu da yarı yarıya %50 ye indirmeye çalışıyoruz İnşallah. Eylül-Ekim gibi bu sitelerimizi de faaliyete geçireceğiz.
Biz asla kimseye çamur atan şantaj yapan bir habere yer vermeyiz..Dürüst haber yaptığınız zaman halk dürüst haber yapan yere yönlenir.
10.yılın da haber 7. Biz kopyala yapıştır haberciliği yapmıyoruz. Her gün ayrı, doğru, dürüst haberlere yer veriyoruz. Bizim de farkımız bu !
" İYİ BİR SORU CEVAPSIZ KALMAZ "
Yenilenmek kaçınılmaz.Güçlü bir alt yapı teknik ile çalışıyoruz.
Diyeceksiniz ki altı üstü bir haber sitesi. Biz 35-40 kişi ile çalışıyoruz .14-15 editörümüz var.
3 yazılımcı arkadaşımız var.8-10 muhabirimiz var.
Her dakika güncellenen bir site. O yüzden de ciddi bir talep görüyoruz.
Gazeteci adayları ; serbest bir hayatı bir kere unutun.
Bir kere çok çalışmak lazım bu işin başı çalışırken de okumak. Okuyup kendinizi geliştirebilmeniz gerekiyor. Soru sorabilmeninde bir alt yapısı lazım. Alt yapı olmadan bilgi olmadan kıyaslamalar yapmadan bir soru sorabilme şansınız yok. Muhabir dediğiniz şey ;
Muhabirlik , gazetecilik dediğiniz şey soru sorabilmektir.Tarifi budur yani soru sorabiliyorsanız gazetecisiniz demektir. Öyle ya da böyle mutlaka cevap almalısınız .Soru sorduğunuz şahıs bir guruh bir gurupsa bile İyi bir soru cevapsız kalmaz. Ama eften püften bir soru sorarsanız kimse cevap vermez buna. Ama yerinde haklı bir soru soruyorsanız ve sorunun karşılığıda topluma yansıyacak bir bilgi ise kimse bundan kaçamaz cevap vermek zorundadır. Herkes Başbakan da içinde bu geçerlidir. Bakan için de yerel yöneticisi içinde vatandaş için de . Siz bulunduğunuz bir yerde bulunduğunuz bir haberde okkalı bir soru sormalısınız ki gazeteciliğin hakkını verebilesiniz.
" HAYAT BOYU HABER DEMEKTİR GAZETECİLİK "
Çok okumanızı çok sevmenizi öneririm mesleğinizi. Saat 9 oldu geç oldu derseniz haberden geri kalırsınız. Gazeteciliği 24 saat tekamül etmelisiniz. Çalışırsanız okursanız sıkı takip ederseniz iyi gazeteci olursunuz. Birinden randevu talep ettiğinizde
bizi Ayşe hanım mı röportaja davet ettiği ? denildiğinde hemen evet cevabı gelir . İyi bir gazeteci olmanın böyle bir tarafıda var.
Gazetecilik dediğin şey sokaktır. Gazeteciliğin esası ne haber müdürlüğü’dür ne yayın yönetmenliği’dir. Gazeteciliğin kökü muhabirliktir. Ben 20 yıl muhabirlik yapmış bir kardeşiniz olarak söylüyorum bunu sokakta olursanız insanların içinde olursanız haberin için de olursanız iyi bir haberci olursunuz.
Hayat boyu haber demektir gazetecilik.
Kısacası gazetecilik diplomaya dayalı değil !
Gazeteciyseniz eviniz barkınız yok diyorlarsa da böyle değil.Her ikisi bir arada gayet yürüyebiliyor.
Sonuçta insanları bilgilendiriyorsunuz bu da büyük bir keyif sizin için.
HABER7 GENEL YAYIN YÖNETMENİ : İBRAHİM ERDOĞAN

RÖPORTAJ : AYŞE D.
tunaydinayse@outlook.com

Ecdat Yâdigarı Üsküdar...


Üsküdar Belediye Başkanı Sayın Mustafa Kara beyefendi ile
Üsküdar ve Üsküdar'a kazandırılan değerler,projeler  hakkında güzel bir röportaj gerçekleştirdik..

Geride kalan 4 yılda Üsküdar’ın gelişimine katkı sağlayan çalışmalarını anlatan Kara ;
" Üsküdar’ımız ecdat yadigârı eserleriyle, tarihiyle, kimliğiyle, İslam Medeniyeti’nin göz kamaştırıcı sembollerinden biridir. Biz biliyoruz ki belediyecilikte başarının yolu iyi bir insan yönetimi, iyi bir bilgi yönetimi ve iyi bir para yönetiminden geçer. Biz, bu 3 sacayağını iyi kurup doğru okuduğumuz içindir ki 4 yılda 70 milyon TL borç itfasını gerçekleştirip 200 milyon TL’lik devasa bir yatırımla Üsküdar’ın çehresini değiştirdiğimizi düşünüyoruz. 2009 yılında Spor Kulübümüzle, 2010 yılında Toplumsal Gelişim Merkezimiz TOGEM ile ve 2011 yılında da Gençlik Merkezi projelerimizle ödüllere layık görüldük. Tabii yaptığımız çalışmalarda Ulaştırma Bakanlığımız ile Büyükşehir Belediyemizin çok büyük önemi var. Bugün şehirlerin gelişiminde ulaşımın büyük önem taşıdığını ve trafik sorununu çözmemiz durumunda şehrimize önemli katkı sağlayacağımızı bildiğimiz için aralarında Beylerbeyi Kavşağı ve Bağlantı Yolları çalışması, Üsküdar Sahil Yolu ile Kısıklı Üsküdar Tercihli Yol Sistemi’nin de yer aldığı önemli çalışmaları Büyükşehir Belediyemiz ile birlikte koordineli hareket ederek hayata geçirdik, geçirmeye devam ediyoruz. İlçemizin gelişiminde Marmaray projesi başlı başına bir değer taşıyor. Bu projeye ayrı bir parantez açmak gerek. Tabii belediyecilik artık sadece yol, kaldırım yapmakla olmuyor. Çağımızda modern belediyecilik denildiğinde akla sosyal belediyecilik ve kültürel belediyecilik de geliyor. Bizler belediyeciliği bu kavramlar içerisinde de değerlendirerek kısa, orta ve uzun vadeli projeler üreterek başarılı hizmetler yaptığımız düşüncesindeyiz.." dedi...
" Asrın projesi Marmaray "
Asrın projesi Marmaray, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi ve Üsküdar – Sancaktepe Metro Hattı projelerinden bahseden Kara ;
" Üsküdar, İstanbul’un tarihi önemi bulunan, döneminde İpek yolunun Asya kıtasında başlangıcı olması itibariyle de ticari anlamda hep stratejik önemi olmuş bir şehir. Hatta 1920’li yıllara kadar Üsküdar, Kastamonu’ya kadar uzanan büyük bir şehirdi. Bu stratejik özelliği bugün de eksilmeden hatta tam tersine artarak devam ediyor. Marmaray’ın tamamlanması ve hizmete girmesiyle Üsküdar, sadece Anadolu yakası ile Avrupa’yı demiryoluyla bağlamayacak. Aynı zamanda Pekin ile Londra’yı da birbirine bağlayacak. Bu durum ticari anlamda Üsküdar’ın stratejik önemini bir kez daha öne çıkarıyor. İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi ve Üsküdar-Ümraniye-Çekmeköy Hafif Metro Hattı da Marmaray’a entegre olarak tamamlayıcı bir nitelik kazandıracak. Bu üç büyük proje hizmete girdiğinde Üsküdar’a her saat yaklaşık 70-80 bin kişinin gelmesini bekliyoruz.Üsküdar’da yapılacak çalışmalar sonrası ilçemizdeki esnafımızın en büyük sıkıntısı olan iş azlığı durumu tamamen ortadan kalkacak. Esnafımız ticari anlamda çok büyük bir sıçrama yapacak. Ancak elbette bunun için esnafımızın da bugünden bazı çalışmalar yapması gerekiyor. Bu stratejik çalışmalarla bugün Üsküdar’ı sadece günlük olarak ziyaret eden turist sayısında artış olması dışında bu turistlerin ulaşım kolaylığı nedeniyle buradaki konaklama sürelerinin uzayacağını ve döviz anlamında esnafımıza ciddi katkı sağlayacağını düşünüyoruz." dedi..
Üsküdar için hayata geçirmeyi planladığı projelerden bahseden Kara ;
" Görev yaptığımız 4 yıldan bu yana Üsküdar’a pek çok yatırım gerçekleştirdik. Aralarında Hababam Sınıfı filminin çekimlerinin yapıldığı Adile Sultan Öğretmen Evi’nin de yer aldığı tarihi mekânların aslına uygun olarak yeniden hayata geçirilmesinden, ilçemizin en büyük sıkıntılarından biri olan Hükümet Konağı’nın hizmete girmesine, Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın hizmete açtığı yeni Nikâh Sarayı ve Sosyal Tesisimizden İl Özel İdaresi ve İstanbul İl Genel Meclisi ile yaptığımız çalışmalar sonrası eğitime kazandırdığımız 4 ilköğretim okuluna kadar pek çok önemli yatırımlar yaptık. Bu yatırımlarımız yaklaşık 200 milyon TL’yi geçiyor. 2013 itibariyle de yeni yatırımlarımız devam ediyor. Gelecekte başarılı olacak sporcuların yetişmesi için tesislerin önemini biliyoruz. Bu tesislerin yapımına da özen gösteriyoruz. Çavuşdere Dönüşüm ve Gelişim Projesi, Libadiye Yaşam Merkezi, Kandilli İmam Hatip Lisesi, Kandilli Yaşam Merkezi “Üsküdar’a Değer” dediğimiz projelerimizden sadece birkaçı… Tabii biz çalışmalarımızı kısa, orta ve uzun vadeli olarak düşündüğümüz için geleceğe yönelik yeni çalışmaların planlamaları da sürüyor." dedi..
" KADINLARIMIZ BAŞ TACIMIZ "
Sosyal belediyecilik kavramının Kültürel Belediyecilik ile tamamlanmasının gerektiğini vurgu yapan Kara ;
" Tabii sosyal belediyecilik çok geniş kapsamlı bir terim. Sosyal belediyecilik kavramını bence Kültürel Belediyecilik ile tamamlamamız gerekir. Sosyal ve kültürel belediyecilik toplumun her kesimini yakından ilgilendiren çalışmaları kapsıyor. Bizler özellikle çocuklarımız, gençlerimiz ve baş tacımız olan kadınlarımıza yönelik pek çok çalışma gerçekleştirdik, gerçekleştiriyoruz. Kültürel anlamda Geleneksel Türk ve İslam El Sanatlarının gelecek nesillere aktarılması için hizmet veren Kandilli Geleneksel El Sanatları Merkezi’nden sağlık alanında hizmet veren Aile Sağlığı Merkezlerine kadar pek çok projeye imza attık. Engelli ve yaşlı vatandaşlarımız için Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezimiz Evde Bakım Hizmetinden sergilere kadar pek çok nitelikli çalışma yapıyor. Kadın El Ürünleri Pazaryeri Projesi (KÜP) sayesinde kadınlarımız ailelerinin bütçelerine katkı yapıyorlar. Mahallelerde yeni yaşam merkezlerinin yapımına hız verdik. Bunlara örnek olarak Kirazlıtepe Yaşam Merkezi ve Bulgurlu Semt Konağını verebiliriz. Kültürel anlamda ise ilçemiz sınırları dahilindeki kültür merkezlerimizde sadece 2012 yılında 2012 etkinlik düzenledik. Üsküdar’da Faslı Ramazan süresince 30 gün boyunca sahne etkinlikleri düzenliyoruz. Ayrıca artık gelenekselleştiği üzere Uluslararası Katibim Kültür ve Sanat Şenliği’ni Sportif faaliyetlerle de zenginleştirdik. Bu yıl 25’incisini düzenleyeceğimiz şenliğe her yıl yurtdışından çok önemli katılımlar gerçekleştiriliyor. Ayrıca her yıl mahalle şenlikleri ile mahallelilerin birbirleriyle kaynaşmalarında önemli katkılar sağladığımızı düşünüyorum. Bütün anlattığım hususlar sonrası 4 yılda hedeflediğimiz noktaya geldik mi sorusunun cevabı bence “Evet”. Ancak bu yeterli mi sorusunun yanıtı ise elbette ' Hayır '. " dedi..
Üsküdar Çocuk Üniversitesi'nin eğitim adına çok önemli bir değer taşıdığını belirten Kara ;
" İlköğretim çağımızdaki çocuklarımızın gelecekte kulübümüz sporcusu olan Aslı Çakır Alptekin gibi önemli sporcular olmasını sağlayacak “Sporu Tabana Yayma Projesi’ni son 3 yıldır düzenli olarak ve giderek büyüyen bir dalga halinde sürdürüyoruz. Çengelköy’de yapımı devam eden Çengelköy Su Sporları Merkezi ile Kısıklı’da temelini attığımız Çamlıca Kapalı Spor Salonu sportif anlamda önemli yatırımlardır. Üstün yetenekli ve dahi özelliklerdeki çocuklarımızın kaliteli bir eğitim alması için Şubat ayında hizmete giren Üsküdar Çocuk Üniversitesi bugün eğitim alanında çok önemli bir değer taşıyor. Buradan yetişecek olan çocuklarımızı gelecekte uzay bilimleri anlamında yetiştirmek üzere Ünalan Yaşam ve Gözlem Evi’nin temellerini de yakında atıyoruz. Gençlerimiz için büyük bir sosyal yaşam merkezi olan Üsküdar Gençlik Merkezi yılın 365 günü, günün yaklaşık olarak 18 saati boyunca hizmet veriyor. Burada kültürel, sportif ve sosyal pek çok etkinlik yapılıyor. Madde bağımlısı gençlerimizi hayata kazandıracak merkezimiz dışında sokaklarda çalıştırılan ve eğitim alamayan çocuklar için Çocuk Eğitim Merkezi çok önemli misyonları yerine getiriyor. Ve elbette saymadan geçmememiz gerektiğine inandığım Bilgi Evleri Projesine 35 bin çocuğumuz kayıtlı. Burada çocuklarımız eğitimden sosyal faaliyetlere kadar her türlü hizmeti uzmanlar eşliğinde alıyorlar." dedi..
Kültür ve sanat alanında yapılan çalışmalar çocuklarımızın sosyalleşmesi adına önemli bir katkı sağladığını vurgulayan Kara ;
"Üsküdar’ın özelliklerinden biri de Tarih ve Kültür Kenti olmasıdır. Tarih ve Kültür Kenti Üsküdar’da özellikle geçtiğimiz yıldan itibaren kültürel anlamda etkin faaliyetlere önem verdik. 2012’de 2012 Etkinlik adı altında önemli kültürel faaliyetler gerçekleştirdik. Çocuklarımıza yönelik tiyatro, sinema ve müzikallere ağırlık verdik. Elbette büyükleri de unutmadık. Geçmiş dönemlerde yürütmüş olduğumuz faaliyetlere ek olarak faaliyet yelpazesini genişlettik. Ve bunu yaparken de kaliteli programlar yapmaya öncelik verdik. Bunun sonunda programlarımıza katılım giderek yükseldi. Bunun dışında geleneksel el sanatlarımızı geleceğe taşımak adına eğitim faaliyetleri yürüttük. Başta ebru, hat, tezhib gibi sanatlar konusunda verdiğimiz eğitimlere katılım oldukça yüksek oldu. Bu durum elbette bizleri ziyadesiyle memnun etti. Bu eğitimler sonunda gördük ki özellikle gençlerimiz kendi kültürel geçmişlerine sahip çıkmakla kalmıyor, aynı zamanda ailesine ekonomik katkı sağlamak yönünde de oldukça verimli çalışmalar yürütüyor. Özellikle çocuklar ve büyüklere yönelik tiyatro oyunlarımıza ilgi beklenenin çok üzerinde. Ücretsiz sinema gösterimleri ve çocuk oyunları sayesinde ekonomik durumları el vermeyen aileler çocukları ile vakit geçirmeye başladılar. Bu da aile bütünlüğü ve mutluluğuna katkı sağlamak adına bize büyük mutluluk veriyor. Bu sayede çocuklarımızın sosyalleşmesine de önemli katkı sağlıyoruz." dedi..
Spora ve sporculara son derece önem veren bir isim olan Mustafa Kara ;
"Biz, gençler için sporu hayatın bölünmez bir parçası yapmayı amaçlıyoruz. Amacımız sporu tabana yayarak hayatımızın bir parçası haline getirmek. Zira spor, bedensel gelişime destek olduğu gibi zihinsel ve ruhsal gelişime de destek oluyor. Sporu hayatın bir parçası haline getirenler iş dünyasında da başarılı kişiler oluyorlar. Bir yandan Sporda alt yapı çalışmalarına hız verip önemli yatırımlar gerçekleştiren Üsküdar Belediyesi, bir yandan da gençlerin sporu bir yaşam tarzı olarak benimsemeleri için hemen hemen her biri bir ilk olan sürdürülebilir projeler ve sportif etkinlikler gerçekleştiriyor.
Üsküdar’da 120 binden fazla öğrenci bulunuyor. Bu öğrencilerin keşfedilmemiş olsalar da potansiyel olarak başarılı sporcular olabilirler. İşte biz de bu fikirden yola çıkarak her yıl yapmış olduğumuz “Üsküdar Enlerini Arıyor” projesiyle bu öğrencileri tarıyor ve içlerinde başarılı olabilecek minik sporcuları keşfetmeye ve bulduklarımızı da yetiştirerek Türk sporuna kazandırmayı amaçlıyoruz. Bu proje ile her yıl Üsküdar’ın En Hızlısı, En Güçlüsü ve En Dayanıklısını buluyor, gerek okullar gerekse Üsküdar Belediyesi Spor Kulübü bünyesinde eğitmenler eşliğinde bu çocukları yetiştirmeye gayret ediyoruz. Basit bir örnek vermek gerekirse; Üsküdar Belediyesi Bayan Hentbol Takımı, Üsküdar Kız Lisesi bünyesinde yetiştirdiğimiz sporculardan oluşmuştu. Bu takım, daha sonraki dönemlerde Türkiye Süper Ligi’nde şampiyonluklar ve Türkiye Kupası’nda birincilikler elde etti. Avrupa’da da önemli başarılara imza attı. Bu başarının temelinde hep sporu tabana yayma çalışması yer alıyor. Atletizm takımımız da kulüpler bünyesinde son 2 yıldır Avrupa Şampiyonu oluyor. Aslı Çakır Alptekin, Alemitu Bekele, Bahar Doğan, Gülcan Mıngır gibi sporcularımız bu başarıda önemli pay sahibi isimler." olduğunu söylüyor..
" Kulübümüz adını sıkça spor dünyasında söz ettiriyor..."
Üsküdar Belediyesi Spor Kulübü; atletizm, hentbol, judo, karate ve taekwon-do’dan sonra bilek güreşi ve ata sporumuz olan güreşte de sporcu yetiştirerek Türk sporunun alt yapısına önemli destek sağlıyor. Halen 7 branşta toplam 1600 lisanslı sporcuya sahibiz. Kulübümüz; gerek ulusal, gerekse uluslararası alanda kazandığı kupa ve madalyalarla spor dünyasında adından sıkça söz ettiriyor.
" Üsküdar En’lerini Arıyor "
Her yıl, “Toplumda Sporu Tabana Yayma Projesi” kapsamında sadece Atletizm branşlarında gerçekleştirildiğini söyleyen Kara ;  Üsküdarlı 67 bin gencin katıldığı bu projeyle, “Üsküdar’ın En hızlısı”, “Üsküdar’ın En güçlüsü” ve “Üsküdar’ın En dayanıklısı gibi yarışma ve elemeler gerçekleştiriliyor. Bu sayede, her yıl belirlenen Üsküdar’ın En’leri, hem profesyonelliğe adım atıyorlar, hem de ulusal ve uluslararası başarıların en büyük adayları haline geliyorlar.
" Üsküdar Spor Oyunları Şenliğine her yıl 2 bin'den fazla sporcu katılıyor "
Sporu Tabana Yayma Projesi çerçevesinde gerçekleştirilen en kapsamlı projelerden birisi nin de Üsküdar Spor Oyunları Şenliği Projesi olduğunu söyleyen Kara ; " Her yıl Burhan Felek Atletizm Sahası ve Bağlarbaşı Spor Salonu’nda gerçekleştirilen şenliklere, Üsküdarlı gençlerimizle birlikte, İstanbul genelinde yer alan spor kulüplerinden birçok branşta 2 binden fazla sporcu katılıyor. 2012 yılında altıncısı gerçekleştirilen Özel Sporcular Atletizm yarışması, Üsküdar Belediyesi’nin, hem sosyal sorumluluk ve sosyal belediyecilik, hem de sportif etkinlik düşüncesiyle gerçekleştirdiği ilklerden ve örnek etkinliklerden birisidir. Üsküdar Belediyesi bugün, 5 yıl önce amatör ruhla başlattığı bu projeyle, Üsküdarlı engelli gençleri spora ve sosyal hayata dâhil etmiş olmanın gururunu yaşıyor. Üsküdar Belediyesi bu projeyle, sosyal hayatta sporcu kimlikleriyle dâhil olan Üsküdarlı engelli gençlerin, sporu bir yaşam biçimi olarak görmeleri için de sürdürülebilir projeler gerçekleştirmeye devam ediyor.." dedi.
" Üsküdar  Uluslararası Turnuva'da Türkiye'yi temsil ediyor "
Üsküdar Belediyesi, gerçekleştirdiği sportif etkinliklerini sadece Üsküdar’la sınırlanmadığını belirten Kara ; " Tüm İstanbul’la, tüm Türkiye ile, hatta tüm dünyayla birlikte gerçekleştirerek, gençlerin uluslararası bir vizyonla yetişmesine katkıda bulunuyor. Bu çerçevede gerçekleştirilen en önemli etkinliklerden biri de, İstanbul Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile birlikte Üsküdar Burhan Felek Spor Salonu’nda gerçekleştirilen Türk Dünyası Güreş Turnuvası ve Kültür Şöleni’dir. Geçen yıl 7.si gerçekleştirilen ve 10 ülkeden 130 güreşçinin katıldığı etkinlikle, Üsküdar Belediyesi, uluslararası bir turnuvada Türkiye’yi temsil etme başarısı göstermiştir." dedi.
" Uluslararası Kâtibim Kültür, Sanat ve Spor Şenlikleri ; Üsküdar gençliğine büyük bir heyecan "
Çeyrek asra yakın bir süredir, Uluslararası Üsküdar Kâtibim Kültür ve Sanat Şenlikleri bünyesine eklenen ve 2010 yılında ilki gerçekleştirilen Kız Kulesi Yüzme Yarışları, Kızkulesi Futbol turnuvası ve Kız Kulesi Halk Koşusu etkinlikleriyle, sadece kültür ve sanat şenliği olmadığını belirten Kara ; " Kültür, sanat ve spor şölenine dönüşüyor. Bu çerçevede, İstanbul Boğazı’nda Üsküdar Belediyesi’nin gerçekleştirdiği bir ilk olan Kız Kulesi Yüzme Yarışları’nın üçüncüsü 2012 yılında 400 metrelik parkurda düzenlendi. Yarışmaya, çeşitli ülkelerden yaklaşık 400 sporcu katıldı ve Üsküdar gençliğinde büyük bir heyecan oluşturdu. Uluslararası Üsküdar Kâtibim Şenlikleri kapsamında gerçekleştirilen ve bu yıl 10 farklı kategoride 800 sporcunun katıldığı Halk Koşusu ve Atletizm Yarışmaları da gençlerin büyük ilgi ve katılımına sahne olarak, Üsküdar Belediyesi’nin Sporu Tabana Yayma Projesi’ne büyük katkılar sağlıyor." dedi.